“Ölümden korkmuyorum çünkü ben varken o yok ve o varken ben yokum.”
Kaplumbağalar da Uçar’dan aşina olduğumuz İranlı Kürt yönetmen Bahman Ghobadi’nin, 2006 yılı yapımı Niwemang (Yarım Ay) filmi, horoz dövüşü ile açılır. Dövüş başlamadan önce esprileriyle yüzümüzü güldüren ve bütün yol boyunca müzisyenlere rehberlik eden Kako kalabalığa döner ve “Size filozof Kierkegaard’ın bir sözünü söyleyeyim,” diyerek yukarıdaki alıntıyı yapar. Bu sözün seçilmesi tesadüf değildir; bütün film bu sözün üzerinde dönmektedir. Başına ne gelirse gelsin, öleceğini bilse bile Mamo isimli besteci oğullarıyla birlikte Irak Kürdistanı’na doğru konser vermek için yola çıkar. Niwemang bir yanıyla bir yolculuk filmiyken diğer yanıyla parçalanmışlığın, yarım kalmışlığın ve var olamamanın anlatıldığı bir filmdir aslında. Bu yarım kalmışlık hem bölgesel sınırlarla çizilmiş bir yarımlık hem de İran müziğindeki eksik ses bakımından bir yarımlıktır.
Filme aslında pek çok farklı açıdan bakılabilir. Benim üzerinde duracağım iki konu var: Bunlardan ilki Mozart ile olan ilişkisi, ikincisi ise Yaprak Melike Uyar’ın yazdığı “Türkiye’de Caz Müziğinde Kadın: Çalgı İcracılığına Toplumsal Cinsiyet Merkezli Yaklaşımlar” makalesinden yola çıkarak İran’da kadın müzisyenler.
İlk olarak, filmin ara sahnelerinde gördüğümüz rüyayı andıran görüntüler—yönetmenin deyimiyle—Mozart’ın bestelerindeki “ölüm teması”na işaret etmektedir. Zaten yönetmen filmi Mozart’ın 250. doğum yılı kutlamasına bir katkı olması açısından New Crowned Hope Festivali için çekmiştir. Mozart’a yerel bir bakışla Mamo’nun hayatındaki iniş çıkışları, çocuksu heyecanını, aynı zamanda da dobralığını görürüz. Hatta bence iki ölüm arasında bile benzer yanlar görmek mümkündür. Mozart soğuk ve karlı bir kış gününde ölmüş, kardan cenazesine kimse katılamamış ve daha sonra cesedi kaybolmuştur. Selçuk Çelik, “Ayın Yarısı: Niwemang” başlıklı yazısında şöyle demektedir: “Simgesel çözümlemelere açık yapısıyla film; bizleri, MaMo ismini, Ma Mozart/Benim Mozart’ım, Gobadi’nin Mozart’ı olarak okumaya/genişletmeye sevk ediyor.”
İkinci olarak değinmek istediğim ve bence filmin en önemli noktalarından biri, Mamo’nun oğullarının uyarısına ve bunun tehlikeli bir şey olduğunu bilmesine rağmen “onsuz gitmem” dediği, ruhani bir ses ve aynı zamanda İran müziğindeki eksik sesin temsili olan Heşo’yu almak için 1334 kadının sürgün edildiği yasaklı bölgeye gitmesidir. Bu kadınlar, sesleri erkekler tarafından duyulmasın diye dağların arasına hapsedilmiştir. Uzaktan köyü gördüğümüzde 1334 kadının sesinin tek bir ses halinde çıktığını duyarız. Kadınların sürgün edilmelerinin sebebi şarkı söylemeleridir.
Mamo o bölgeye bendirler eşliğinde gidişi masal gibi bir sahneyle aktarılır (Bu bendir sahnesinde yönetmen sırf film yasaklanmasın diye birçok kadının sesini harmanlayarak kullanmasına rağmen otobüste Heşo’nun şarkı söylemesinden dolayı film yasaklanmıştır). Mamo’nun “onsuz eksiğiz” dediği ruhani ses aslında İran müziğindeki ses yönünden eksikliği/yarımlığı temsil eder. Bir yandan sesini çok beğendiği için onunla beraber şarkı söylemesini isterken diğer yandan sürekli önüne engeller konmuş, saklanmak zorunda kalmış, bir yere hapsedilmiş bu kadını kurtarmak ister.
Son olarak, Türkiye’deki caz müzisyenleriyle yaptığı görüşmelerden bahseden Yaprak Melike Uyar’ın makalesine değinmek istiyorum. Makalede kadınlar için uygun bulunan çalgıları ve özellikle caz müziğe bir başlangıç yapabilmeleri için kadınların ya önce bu çalgılardan birini seçmeleri ya da şarkı söyleyerek giriş yapabilmeleri gerektiğini yazar. Ghobadi’nin filminde bu sınırlandırmaların en uç boyutunu, kadınların şarkı söyledikleri için sürgün edildiğini görüyoruz. Mamo’nun polise, “Bu kadının suçu ne? Şarkı söylemek mi?” dediği sahne bu durumun en somut örneği sayılabilir. Bu sınırlandırmaları bazen bakır üflemeli çalgıları silahla ve iktidarla ilişkilendirip erkeksi olarak nitelendirmede, bazen “kız gibi çalma” cümlelerinde, bazen de sürgünlerde görürüz. Caz müziğinde, arabesk müzikte, klasik müzikte; kısacası müziğin her çeşidinde bu ayrımları okumak mümkündür.