Çalışanı sürekli erişilebilir gören bir çalışma sisteminde kişilerin maruz kaldığı ev işleri, çocuk bakımı, eğitim işleri devasa bir yığın haline geldi. Böylelikle ev, hem devletin kamusal sorumluluğunu hem de kapitalist sistemin üretim işlerini yüklenen “görünmez” bir kamusal alana dönüştü.
Pandemiyle evden çalışmak söz konusu olunca, her şeyin çevrimiçi versiyonu da hayatımıza giriverdi. Bunun sonucunda yaşadığımız dijital yorgunluk da hayatımızın önemli bir unsuru oldu. Dijital yorgunluktan muzdarip biri olarak bu konu üzerine yazmak için açtığım hayli doküman oldu. Çevrimiçi toplantıların ve eğitimlerin ardından yazmaya karar verip yazmaya başladığımda zihnimi toplayamayacak kadar yorgundum. Tahmin edileceği gibi dijitale fazla maruz kalmak, dikkat dağınıklığını da birlikte getiriyor. Yani yazının konusuyla müsemma bir süreç oldu yazının yazılış süreci.
Ev her şeyin mekanı olurken
Uzaktan, çevrimiçi çalışmak birçok insana pandemide “güvenli” mekanlarda çalışma imkanını getirdi. Aynı şekilde müzeler, eğitimler, atölyeler mesafe fark etmeksizin erişilebilir oldu. Ancak insanlar sosyal canlılar ve birçok farklı kategorinin aynı mekana ve erişim biçimine dönüşmesi pek çok zorluk ve çelişkiyi de doğurdu.
Öncelikle mevcut düzende ev ve iş yerinin ayrı görülmesi üretim ve yeniden üretim süreçlerini birbirinden ayırır. Bu iki mekan arasındaki iş bölümü ve sorumluluklar sınırlarla ayrılır. Ev yeniden üretimin, bakım emeğinin alanıdır.
Pandemi ile birlikte her şey çevrimiçi oldu ve ev mekanı her şeye dönüşmüş oldu. Öncelikle iş mekanı olması iş yükünü, çalışma rejimini değiştirip çalışanları işverene karşı daha kırılgan hale getirdi, dayanışma ve sorun çözme alanları yok oldu. Sonra çocuklar için okul alanı haline geldi, ancak bunun da kadınlar için ek bir yükü oldu çünkü kadınlar bakım görevini de yüklendiği için okul işini de onlar yüklendi. Ayrıca ev mekanındaki dönüşüm, kadınların şiddete daha da yatkın hâle gelmesine sebep oldu.
Tüm bunların yanında sosyal alanların birbirinden ayrılmaması, sosyalleşen varlıklar olarak insanların psyche’si üzerinde derin etkiler yarattı, sosyalleşme ve dayanışma, sorun çözme temel alanları daraldı.
Sürekli erişilebilir olmak
Üretim süreçlerinin dijitalleşmesi, çalışma mekanının değişmesinden daha fazla anlam taşımaya başladı bu durumda. İlk olarak belirtmek gerekir ki sürekli dijital alanda çalışmak bir işi yüz yüze yapmaktan daha fazla yorulmayla sonuçlanan bir çalışma türü. Sürekli bilgisayar ışığına maruz kalmak ve sürekli bilgisayar karşısında oturmaya uygun materyallere ve düzeneğe sahip olmamak, zihinsel ve fiziksel yorulmayı arttıran bir çalışma biçimi.
Ama bununla sınırlı değil. Evin işyerine dönüşmesi ve dijital olarak ulaşılabilir olmak, iş talep etme, toplantı yapma ve görüşme yürütme konuları gibi iş bileşenlerini mesai dışına taşıran ve insanları sürekli erişilebilir ve iş talep edilebilir bir hale sokmuş oldu. Böylelikle çevrimiçi çalışma mesai saatlerini esneten, belirsizleştiren, çalışanı her an ulaşılabilir kılan ve bunların sonucu olarak da iş gücünün sömürülmesine neden olan bir sonucu da doğurdu.
İş mekanları aynı zamanda sosyalleşilen etkileşim alanları. Bu etkileşim kişiler arası sorunları tanımlama, dayanışma süreçlerini besler. Kişilerin bu etkileşimden uzak olması ise maruz kalınan dijital yorgunluğa dair sorunun adını koymayı da zorlaştırdı. Mekansal olarak diğer çalışanlardan kopmak, sorunları ifade etme, söze dökme ve birlikte hareket etme olanağının da ortadan kalkmasına neden oldu. Elbette buna çok fazla insanın işten çıkarılması, iş yapamaz hale gelmesi ve kısa çalışma ödeneği gibi uygulamalar eklenince çalışanlar işverenlere karşı daha kırılgan ve itiraz edemez hale geldi.
Kamusal ve özel alanın iç içe geçmesi
Yıllarca özel olan politiktir mücadelesi verdik. Bu özel alan içindeki yeniden üretim işlerinin ve bakım emeğinin görünür kılınmasına dair bir mücadele. Ancak pandemi ile birlikte tüm bu ayrımları alt üst eden bir durum ortaya çıkmış oldu. Evden çalışma sebebiyle birçok hane kendini üretim süreçlerinin, evden eğitimle eğitim işlerinin mevcut yeniden üretim ve bakım emeğine eklendiği bir durum içinde buldu.
Kadın+lar açısından bakıldığında ev; üretim, yeniden üretim, çocuk bakımı, çocuğun okul süreçlerinin desteklenmesinin mekanı haline geldi. Okulların yanı sıra kreşlerin de kapatılması daha fazla bakım ihtiyacı olan küçük çocukları da iş zamanına eklemiş oldu. Çalışanı sürekli erişilebilir gören bir çalışma sisteminde kişilerin maruz kaldığı ev işleri, çocuk bakımı, eğitim işleri devasa bir yığın haline geldi. Böylelikle ev, hem devletin kamusal sorumluluğunu hem de kapitalist sistemin üretim işlerini yüklenen “görünmez” bir kamusal alana dönüştü. Ancak bu kamusal alanda kişiler, hem işverenlerin yeterli sorumluluk almadığı hem de kamu idaresinin bilgilendirme bile yapmadığı bir ortamda yalnız kaldılar.
Eğitimin uzak mekanları olarak evler
Kamunun ilk eve kapattıkları çocuklar olunca genelde annelerin bakım sorumluluğunda olan çocukların bakımları ve eğitim süreçleri iş yükünün içine dahil oldu. EBA sisteminin oturmamış olması, herkes için erişilebilir olmaması, çocukların eğitimi takip edecek dijital araçlara sahip olmaması ve her dersin aynı zamanda ebeveynler tarafından takip edilmesi gerekliliğini yük olarak ekledi. Burada evlerin hiçbir zaman güvenli mekanlar olmadığını şiddetin, yoksulluğun, ev kazalarının mekanı olduğunu da eklersek durum daha billurlaşır sanırım.
Sonuç olarak, dijital çalışma, yüz yüze çalışmadan yaklaşık üç kat daha yorucu. Ancak dijital yorgunluk sadece kendiyle sınırlı değil. Esnemiş mesai saatlerini, gece veya hafta sonu toplantılarını, eğitimi takip sorumluluğunu, yeniden üretim işlerini iki oda bir salona sıkıştıran bir yorgunluk hali. Dijital yorgunluk, çalışanı evde boş bırakmama kaygısıyla her dakika darlayan patronların aştığı sınırları ve iş evde yapıldığı için patronların karşılamadığı sorumluluğu da içeriyor. Dijital yorgunluk kamu idaresinin vermediği bilgiyi çocuğa aktarma, ona evde eğitim verme sorumluluğunu da içeriyor. Bir de zaten evler bildiğimiz gibi. Sıcak bir yuva olmaktan her zaman uzak.