Hastaneye gittiğinizde elleriniz kelepçeli, oturduğu masanın arkasından yüzünüze bakmaksızın darp edilip edilmediğiniz sorgulanırken doktor tarafından, polis yanınızda duruyor.

Herkesin tutuklu ya da hükümlü olarak eşitlendiği, farkların aynı tabak, çanak, benzer odalar, bir markadan parfüm, tek renk nevresimler içinde kaybolduğu zannedilen yer cezaevi. Görece gizlenen farklar, battal boy siyah çöp torbası doluluğunda kendini sahneliyor. Haftalık kantin alışverişiniz demir kapının ardından teslim ediliyor size. Kapının ortasında bir pencere var, açılır kapanır kapaklı. İki tane beş litrelik suyun yan yana geçebileceği genişlikte. Kantinden sorumlu infaz memuru, yanında da işçi koğuşundan bir hükümlü. Önce isminiz söyleniyor, sonra ilk iş fişiniz veriliyor ve pencereden aşağı aldıklarınız bırakılıyor. Kantinin çığlığını duyduğunuzda plastik masayı hemen kapının önüne çekmeli; poşetinizin ağzını açmalısınız. Kiminin ismi hiç söylenmiyor, kiminin çöp torbasında ancak temel ihtiyaçlar var. Kiminin torbası da ağzına kadar doluyor, neredeyse patlayacak, poşet dayanmıyor, bazen kendini yırtıyor. Tüm koğuşun gözü önünde oluyor bu seremoni. Sınıf kokuyor ortalık. Avukatı da olmayan, “fakirliğin gözü kör olsun” diyen kadının ismi söylenmiyor. Telefon kabini önünde sıra kavgasına da hiç karışmıyor bu kadın. Görüntülü ya da sesli telefonla konuşma hakkınızın bir bedeli var, hesabınızda para olmalı. Yoksa eğer aylarca yıllarca ne yapacaksınız gözü kulağı dört açık yoksulluk içinde? Yollardan biri, başkası yerine kantin alışverişi karşılığında koğuş nöbeti devralmak. Yemeklerin karşılandığı, karavanaların yıkandığı, ortak alanların temizlendiği bir nöbet bu. Karın tokluğuna, içiliyorsa sigarasına. Bir diğer yol da gönül ilişkisi. Parası olmayanın olanı kendine sevgili yaptığı. Koğuşta döşenmiş bir oda çifte. Kimsenin üçüncüsü olmak istemediği odalar. Lezbiyen aşklarda kadınlar koğuşuna erkeklik zerki. Çiftin bir eşi önüne getirilen yemeği yiyor, bitince ağzını silip önünü silkeleyip kalkıyor sofradan. Kıskançlık krizlerinde, yakıcı kavgalar bazen yetmiyor, dayak atılıyor diğer eşe. Kadın bedeninde erkeklik dumanı üzerinde tütüyor. “Niye izin veriyorsun sonra bunun yapılmasına, üstelik bir de bir de erkek bile olmayana?” diye soruluyor dışarda üç çocuklu evli o kadına. “Ne yapayım? Seviyorum, seviliyorum.”

Aşık kadınlar ayrı koğuşlara yollanıyorlar. Memur kapıyı açtığında birden aralarından sıyrılan kadın, sevgilisinin koğuş kapısı önünde yakalanıp yere yatırılıyor infaz memurlarınca.

Kavuşamıyor âşıklar, olmuyor. Aynı koğuşa geçmek için kendini kesip kan revan içinde kalıyor kadın. Yine olmuyor. Kendini aç bırakmayı deniyor bu sefer de, on bir gündür açlık grevinde. Önüne geçilemeyen oynaşlar, sevişler yasaklarla uzak tutulmaya çalışılıyor. Kadınlar diğer kadınları tahrik etmemeli, arzuya çağırmamalılar. “Kadın kadınayız, niye yasak ki tayt giymek?” “Olur mu? Bir giyiyorlar her şeyleri meydanda. Edepsiz dolu ortalık, lezbiyenler var koğuşlarda.”

“Abla bizde de var bir tane, çocuk koğuşunda, barındırmıyoruz, bir alt kat bir üst kat dolanıp duruyor.” “Hiç utanmıyorlar” diyor yılların hükümlüsü. “Belli bunları kocaları doyuramamış, burada azıyorlar.” Hükümet gibi suçlu kadın, iri yarı, bir seksen sanki, öyle kalın ki ağırlığı var sanki sesinin. Saçları boyadan yanıp kopmuş, tiftik tiftik olmuş, diyor ki nazardan. İnletiyor nezarethaneyi, “Sapkınlar. Bizim koğuşa geldiğinde translar, onlara çay verenlerle bile konuşmuyorum. Bir de arsız bunlar, anlatıyorlar çocuklarım diye. Lan sana ana mı diyecek baba mı?” Şiddetle apış arasına vurarak, “Nen var burada, ne olduğun belli değil.” Sessiz kalana dönülüyor, “Sen onaylar gibisin. Ne o sizin koğuşta da mı var yoksa?”

Koridorlarda infaz memuru eşliğinde aldığınız komut üzerine, duvar dibinden tek sıra halinde yürüyorsunuz. Geç, gel, git, aç… Tek kelimelik emirler. Bu çalışan ancak gönülsüz eşlikçiler, avukatla görüşleriniz hariç yalnız bırakmıyorlar. Psikoloğa, doktora gitseniz de aynı odadasınız. Derdiniz her neyse onların kulakları da orada. Zaten gözaltından alışıksınız bir üniformayla birlikteliğe. Hastaneye gittiğinizde elleriniz kelepçeli, oturduğu masanın arkasından yüzünüze bakmaksızın darp edilip edilmediğiniz sorgulanırken doktor tarafından, polis yanınızda duruyor.

İstanbul Protokolü’nden habersiz hekimler. Psikolog diyor ki size, içerisinde infaz memurlu, kapısı açık odasından “Biz burada herkese insan olarak bakıyoruz”. O sırada dışarıdan infaz memurunun bağırtısı duyuluyor: “Bir dur demedim mi ben sana, ne dolaşıyorsun?”

Devam edecek gibi görünüyor.

26.07.2025

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.