Kamera önünde yarışan gelinler bir türlü tam hizaya girmiyor. Ev işi yapmayı bilmiyorlar, tutumlu olmak istemiyorlar, evet anneciğim deyip susmuyorlar, cevap veriyorlar, diretiyorlar, bazen öfkeli bazen oyuncu bir edayla üzerlerine biçilen gelin rolüne razı olmadıklarını hatırlatıp duruyorlar.
Televizyon kanalları gelinden geçilmiyor. Ana Ocağı, Gelin Evi, Gözüm Sende gibi türlü programlarla kadınlar gelin rolüne sokuluyor, en iyi gelin olabilmek için yarışıyorlar. Yeni Türkiye’nin yeniden icat edilmiş tutuculuğunun heteronormatif fantezi dünyasında, kadınlara en çok gelin olmak yaraşıyor. Gelin olarak patriyarkal aile otoritesine biat etmenin en şaşaalı ritüeliyle koca/kaynana hizmetine sunulan kadınlar, tehdit altında olduğu iddia edilen egemen erkeklik iktidarını yeniden tesis etme yolundaki (Deniz Kandiyoti’nin eril restorasyon olarak nitelendirdiği) endişeli çabaya güven veriyor, yol gösteriyor. Bu programlarda kadınlar tam ve kusursuz itaat için yeniden eğitiliyor, adeta tekrar tekrar gelin ediliyor. Gelin programları aynı zamanda evlilik odaklı tüketimi özendirerek, yeni tutuculukla kapitalizmin yakın ilişkisini perçinliyor. Feminist bir bakışla, bu programlar tam bir distopya. Öte yandan yarışmaları izleyince bu distopyanın kendini gerçek kılmak, gerçek zannet(tir)mek uğraşında bir fantezi olduğu; kadınların tekil, bütüncül bir itaatle değil, binbir çeşitli hallerde bu fantezi dünyasıyla ilişkilendiği de ortaya çıkıyor. Keza evlenmekten eğlenmeye, televizyona çıkmaktan para kazanmaya türlü niyetlerle yarışmaya katılan kadınlar, bir yandan bu programların kışkırttığı kadınlık arzularının öznesi olurken, bir yandan da format gereği büründükleri kalıplara bir türlü sığmıyor,—tam da feminizmin yüreklendirdiği gibi—inatla yola gelmiyor.
Gelin programları evlilik odaklı olsalar ve ilk bakışta benzer görünseler de, hükümetin uzun zamandır rahatsızlığını dile getirdiği, RTÜK’ünden KHK’sına çeşitli araçlarla disipline etmeye çalıştığı evlilik programlarından oldukça farklılar. Evlilik programları aile değerlerini zedelediği gerekçesiyle eleştirilir ve iyisiyle kötüsüyle bir kadın kamusallığı yaratan bu alanlar devlet zoruyla kapatılmaya yeltenilirken, Ana Ocağı gibi gelin programları Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından alenen destekleniyor. Hatta hükümetin 2010’larda geliştirdiği cinsiyet politikaları açısından bakınca, gelin programları evlilik programlarına alternatif oluşturuyor denilebilir. Adeta evlilik programlarının kanal kanal gezip eş arayan, erkeklerle konuşup görüşen, genellikle de bir türlü evlen(e)meyen kadınları, gelin programlarında derdest edilip gelin ediliyorlar.
Bu yarışmalarda gelinler/gelin adayları, bizzat erkeklerden ziyade başka kadınlar tarafından değerlendiriliyorlar. Gelin adaylarını yargılayan kadınlar bazen rakip kadın yarışmacılar, genellikle de erkekleşmiş otoriteyi (Deniz Kandiyoti’nin kuramsallaştırdığı “patriyarkal pazarlık” sayesinde) sırasını bekleyip edinmiş eski gelinler/şimdiki kaynanalar. Kimi yarışmada gelinler düğünlerini, çeyizlerini, evlerini, ikramlarını birbirlerinin beğenisine sunuyor. Kimi yarışmada kaynana adayları ya da (kayın)anne kılığına girmiş yarışma jürileri yarışmacı genç kadınlara yemek, çamaşır, bulaşık, elişi yaptırıyor; yetersiz bulup eleştiriyor; sonra da yarışmacıları cevap verdikleri, dilleri uzun olduğu, büyüklerine saygısız oldukları için azarlayıp, hadlerini bildiriyorlar. Beğenilen yarışmacılar ise kadınlık rollerine itaatin düğünlerden doğumlara en tanıdık alameti olan altınlarla ödüllendiriliyor. Yalnız gelinler bir türlü tam hizaya girmiyor. Ev işi yapmayı bilmiyorlar, tutumlu olmak istemiyorlar, evet anneciğim deyip susmuyorlar, cevap veriyorlar, diretiyorlar, bazen öfkeli bazen oyuncu bir edayla üzerlerine biçilen gelin rolüne razı olmadıklarını hatırlatıp duruyorlar.
Gelin Evi’nde yeni evlenmiş beş kadın bir hafta boyunca birbirlerini evlerinde ağırlıyor. Bu ev ziyaretlerinde, ev sahibi yarışmacı koltuklarını, avizelerini, halılarını, çeyizlik örtülerini, patiklerini, dantellerini, eşiyle tanışma hikayesini, evlilik teklifini, kınada giydiği bindallısını, kız istemede cep telefonuyla çekilen videosunu, düğünündeki halayları, gelinlikli dış mekan fotoğraf albümünü, doldurduğu dolmaları, sardığı börekleri birer birer sergiliyor. Diğer gelinler de dekorasyon, düğün, çeyiz, ikram dallarında rakiplerini değerlendiriyor. Kaybeden gelinler çeyrek altınla teselli buluyor, kazanan beş tam altın ve beş bilezik sahibi oluyor. Bu uğurda kanaviçe işlenerek ilan edilen puanlar düşük tutuluyor, mutfak storları halılarla uyumsuz, ikramlar lezzetsiz, düğünler yetersiz bulunuyor. Programda gösterilen her şifonyerin, yemek takımının, düğün salonunun, nişan kıyafetinin fiyatı sıkıca soruluyor ve reklamlarda olduğu gibi ekranda beliren bir etiketle ilan ediliyor. Gelinlerin zevkini ölçtüğünü iddia eden, patriyarkayla kapitalizmin düğünü bu yarışmada, izleyiciler akıllara ziyan çaptaki evlilik endüstrisinin hevesli ve rekabetçi tüketicileri olarak eğitiliyorlar.
Gözüm Sende’de bir damat-kaynana adayı ikilisi, dört gelin adayını değerlendiriyorlar. Anne ve oğul stüdyoda sunucu tarafından ağırlanırken, gelin adayları yarışmaya önce kendi evlerinden katılıyorlar. Başlarına taktıkları kameralarla stüdyoya bağlanan genç kadınlar, yüzlerini göstermeden, kendilerini, annelerini, evlerini, mutfaklarını, ve hatta kıyafetlerini görücüye çıkarıyor, nerelisin, hangi okuldan mezunsun, çalışıyor musun, yemek yapabiliyor musun gibi soruları yanıtlıyor, hatta kameralar önünde bulaşık yıkayıp, halı dövüyorlar. Kaynanalar annelere kızlarını iyi eğitmedikleri için laf sokuyor, oğullarına gelin adaylarını çekiştiriyor. Yarışmanın ikinci aşamasında stüdyoya gelip kendini gösteren gelinler, ana-oğul ikilisi tarafından geriye tek bir gelin adayı kalana kadar birer birer eleniyor. Tabii yine işler tam rayında gitmiyor. Örneğin bir bölümde asabi ve kıskanç olduğunu söyleyen, karısından kendisine, annesine ve birkaç çocuğuna bakarken aynı zamanda dışarıda da çalışmasını bekleyen damat adayı, gelin adaylarını hayal kırıklığına uğratıyor. Yarışmacılar tek çocuk iyidir, tek olsun bizim olsun diyerek takılıyor, madem bu kadar kıskançsın, o zaman neden karını çalıştırmak istiyorsun diyerek çıkışıyor, kaynanayla oturmayı evlendikten sonra konuşuruz diye kestirip atıveriyor.
Ana Ocağı’nda bir hafta boyunca dört bekar ve genç yarışmacı kadın, kırsal görünümlü bir bölgede bir çiftlik evinde kalıyorlar; programın jürisini oluşturan “anneler” tarafından verilen, yörenin imamına ev yapmaktan eskimiş bir gömlekten kırlent yastık dikmeye türlü etaplarda birbirleriyle yarışıyorlar. Her günün sonunda kızlar değerlendiriliyor, kazanan kıza altın bilezik takılırken, kaybedenlerden de bilezik çıkarılıyor. Ana Ocağı’nın hayal diyarında, aynı evde dört gelin birden yaşıyor, şalvar giyip (kayın)anaları ne derse onu yapıyor, ve büyüklerine cevap vermiyorlar. Ancak devlet kanalı TRT1’de yayınlanan, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı tarafından bizzat ziyaret dahi edilen bu fantezi dünyası, tüm desteklere ve özenle hazırlanan kostümlere, sahnelere, repliklere rağmen rüyayı gerçek kılamıyor. Yarışmacılar ne kadar canla başla bulaşık yıkayıp mantı açsalar, hayatlarında ilk kez girdikleri samanlıkları temizlerken ya da inekleri tımarlarken ellerinden geleni yapsalar, birbirlerine çemkirip annelere yalakalık etseler de, ne yeterince becerikli ne de gereğince uysal olabiliyorlar.
Ana Ocağı’nın fantezi dozu yüksek, “geleneksel” patriyarkal kadınlık rollerini hatırlatmak amacıyla üretilen sözde-nostaljik, kırsal, Müslüman dünyası, tam da yarışmacı kadınlar bu dünyaya ait olmadıkları için, bu dünya şimdi ve burada var olmadığı için ilginç ve çekici. Yani bu patriyarkal fantezinin odağında hayaller dışında var olmayan kayıp bir geçmişi var etme, feminizmle geçilen dönülmez yolları hiç geçilmemiş sayma, ve fanteziyi gerçek kılma ümidiyle kadınları yeniden eğitme ve biat ettirme arzusu var. İşin umut verici yani, tam da bu sebeplerle, yarışmacıların itaatkar ve hamarat gelin halleri sık sık bir performans, (Gül Özyeğin’in dış yüzey[1] olarak kavramsallaştırdığı) bir zevahiri kurtarma hali olarak görünür oluveriyor. Ana Ocağı’nın bir bölümünde dört kızdan biri tatlı dili, güler yüzü, yumuşak başlılığı ile annelerin gözdesi oluyor, iltifatları ve altınları topluyor. Sonunda diğer yarışmacılardan biri dayanamayıp bombayı patlatıyor: “Anne biliyor musunuz? Onun dilinde piercing var!” Ve örnek gelin, muzip bir gülümsemeyle kameralara dönüp piercing’li dilini kocaman ve keyifle izleyicilere çıkarıyor.
Kaynaklar:
Kandiyoti, Deniz. 2013. “Fear and Fury: Women and Post-revolutionary Violence.” Open Democracy, January 10.
Kandiyoti, Deniz. 1997. “Bargaining with Patriarchy.” The Women, Gender, and Development Reader (ed. Nalini Visvanathan, Lynn Duggan, Laurie Nisonoff and Nan Wiegersma) içinde sayfa 86-92. Londra: Zed.
Özyeğin, Gül. 2015. New Desires, New Selves: Sex, Love, and Piety Among Turkish Youth. New York: New York University Press.
[1] Gül Özyeğin, Türkiye’de gençlik, cinsellik, ve öznellik konulu araştırmalarından yola çıkarak, dönüşen ve çatışan toplumsal cinsiyet idealleriyle başa çıkmaya çalışan bireylerin, bir yandan bir öznellik kurgulamak ve özgürleşmek, bir yandan da korunmak ve saklanmak ihtiyaçlarını, farklı dış yüzeyler (İngilizcesi façade) takınarak dengelediklerini (genç kadınların bakirelik fesatları gibi) ifade ediyor.
Yazı çok güzel olmuş ama Gözüm Sende’nin uğradığı değişime çok üzüldüm. Program ilk başladığında seçiciler sadece erkekler olmuyordu. Kadınlar da seçici olup aynı erkekler gibi erkeklerin kafasına taktığı kamerayleaonların hayatını gözlüyor türlü türlü sorular soruyorlardı. Ayrıca anneyle birlikte katılma şartı da yoktu. Seçici olan kadın ya da erkek yanına isterse bir arkadaşını da alıp gelebiliyordu. O yüzden aslında diğerlerinden bayağı farklıydı. Hatta açıp baktım internetteki tanıtımı benim dediğim gibi hala ama fiili olarak annesiyle gelen bir oğlanın gelin adayı seçmesine dönmüş belli ki.
“Gözüm Sende programında kadın yarışmacı, yüzlerini görmediği ancak hayatlarına şahit olduğu 4 erkek adaydan birini seçer. Bu seçimi gün boyu Gözüm Sende Evi’nden yapar. Seçmiş olduğu dört adayın hobilerine, ev, iş ve sosyal hayatına tanıklık eder. Seçici, adaylara çevresindeki kişilere sorular sordurur ve adayları yönlendirerek onlar hakkında bilgiler edinir. Seçici isterse bir yakınını yanına alır ve ondan adaylar arasında karar vermesi için yardımcı olmasını ister. Stüdyoda öncelikle kendine uygun olmayan iki kişiyi eler ve kalan iki kişi arasından yeniden seçim yapar.”
Katkin icin cok tesekkurler Karabatak, gercekten de program kisa sure icinde ( ilk 5-10 bolumden sonra) format degistirmis ve damat-kaynana secici ekibine donusmus ama internette ki program tanimi eski formati yansitiyor.