Final anında baş başa kalan ancak birbirini hiç tanımayan bir doktor, bir kadın ve bir bebeğin bu koşuyu sağlıkla bitirmesi bekleniyor, ne yazık ki hayat hiç de öyle değil çoğu zaman.

Bulutlu bir ilkbahar, bir pazar akşamüstü kadınlar sofrasında buluşmuşuz, keyfimiz her zamanki gibi şahane, konu konuyu açarken telefon sesiyle irkiliyorum, tanımadığım bir numara: “Futbolcuların doğum pankartı ile ilgili ne düşünüyorsunuz?”
Patriyarka böyledir işte, hayatınızda boşluk bırakmaya gelmez; akar, bulduğu her delikten sızar, çoraplarınızı ıpıslak eder, eğer şelale olup tamamen boğmaya çalışmazsa sizi. Oturduğumuz yerin çatısı akmıştı, sorunun beni götürdüğü doğumhane ise Mariana Çukuru, hele bu coğrafyada.
Futbolcuların açtıkları pankart hakkında ne düşünüyordum. Bu sorudaki ben kimdim acaba. Yıllar önce doğum yapmış biri? Bir feminist? Feminist bir anne? Bir doktor? Kadın hekim mücadelesine uğraşan biri? Bir pazar günü sakin neşeli oturan herhangi biri? Kafamın içi çoksesli korodan hallice idi. Yine de elbet soloya çıkan olacaktı, beni yıllar yıllar ötesine götüren.
Mecburi hizmet yılları, Harran ovasının 50 derece sıcakları, yola yumurta kırsan pişiyor, karınları kocaman olmuş kadınlar pişmesin mi? Pişiyoruz hep birlikte, en çok da ben galiba, tembel hayvanlarına döndüm, “bol bol yürüyüş” diyen doktorumdan her defasında daha çok azar işitiyorum logaritmik artan kilom nedeniyle. Zaten hastanede bolca koşturuyorum diyorum içimden, acil senin doğumhane benim, iyi ki şehir hastanesi icat edilmeden önceki taş devri yıllarında yaşıyoruz da doğum var dendi mi koşarak yetişebiliyorum. Koşarak yetişmek mühim çünkü her şey çok ani gelişiyor. Travayda kadınların birinin doğumu biterken başkası doğuma alınıyor, yeni doğuran kadın kendi imkanları ile uzaklaşmaya çalışırken. Anestezi filan hak getire, yanlarında kimse yok. Kadınlar kim, çocuklar ne çoğu zaman bilmek çok zor. Çoğu kadının hamileyken hastaneye ilk gelişi hamileliğin de bitişine denk geliyor, hiç hastane yüzü görmeden süreci tamamlayanları saymazsak. Nöbetin ertesi sabahı bebekleri hızla gezmem lazım, taburcu olurlarsa bir daha yakalayamıyorum. Ankara’ya döndüğüm zaman katıldığım doğum kutlamaları, “baby shower”lar öyle yalan geliyor ki, kendime kızıyorum.
Morbid obez olarak bitirdiğim doğum sürecinin sonunda artık Ankara’dayım. Bir çocuk doktoru olarak vajinal doğum kararlılığım hocalarımın gözlerini yaşartacak seviyede ama su geldi sancı gelmedi derken kendimi ameliyathanede buluyorum; hayaller ve hayatlar tıpkı tüm annelik süreci gibi, tıpkı iki yıl tam emzirmeyi planlarken dokuz ayda işe başlarken dükkanı kapatmak zorunda kalışım gibi, tıpkı emzik gibi, o gibi bu gibi ve daha nicesi gibi. Tıpkı en iyi hekim arkadaşlarımdan birinin koca üniversitemizde epidural anestezi verebilen sadece bir kişi olması ve onun da o gün orada olmaması nedeniyle 24 saat boyunca ağlaması ve hiçbir şey yapamayışımız gibi, tıpkı bir başkasına hocamızın “sezaryen doğum yaptığın için sütün yok ve bebeğin sarılık oldu” demesi ve sonra bebeğini asla emzirememesi gibi.
Anılar denizinde kaybolmak üzereyken profesyonel odacı kimliğim yardıma yetişiyor. Yirmi yıl önceye sarıyoruz. Sağlıkta Dönüşüm Programı gelecek; hepimiz alanlardayız, olacakları anlatmaya çalışıyoruz ama engel olamıyoruz. Gelen yıllarla tıp fakültesinde öğrendiğimiz halk sağlığı, basamaklı sağlık hizmeti, önleyici tıp; beraberinde aile sağlığı merkezlerine dönüşen sağlık ocaklarındaki üreme sağlığı hizmetleri, kürtaj ve gebelikten koruyucu metotlar hepten berhava oluyor, kimsenin bunlara ayıracak vakti veya nakdi yok. Gebelik takibi de çağ atlandığı için uzaktan gerçekleştirilebiliyor. Devlet hastanelerinde öyle çok hasta, öyle çok gebe var ki doktorun değil gebeye, kendine ayıracak vakti dahi yok; bunu çözecek olduğu iddiasıyla âlây-ı vâlâ ile açılan şehir hastanelerinde on kat sayıda hasta, on kat sayıda problem, fakat sıfır sayıda çözüm. Final anında baş başa kalan ancak birbirini hiç tanımayan bir doktor, bir kadın ve bir bebeğin bu koşuyu sağlıkla bitirmesi bekleniyor, ne yazık ki hayat hiç de öyle değil çoğu zaman. Zamansız, riskli, erken, komplikasyonlu doğumlar, hayatı tehlikede kadın ve çocuklar, uzun yenidoğan ünitesi günleri, yıllar süren sağlık problemleri… Endişeli ebeveynler, endişeli kadınlar, endişeli doktorlar, bir sonraki doğum için artık risk almak istemeyen doktorlar. Kadın vajinal doğumu isteyemez, doktor vajinal doğumu teşvik edemez hale özenle getirildikten sonra artan sezaryenlere dayatmayla çözüm bulmaya çalışan devasa bir tıp sistemi ve ekonomisi.
Soruyu cevapladım* sanki ama ikimizde de bir suskunluk çöktü. Peki ya şimdi ne yapalım sorusunu ne gazeteci arkadaş sorabiliyor ne ben cevaplamak istiyorum. İçimdeki feminist elime çeteleyi tutuşturmuş bile, kürtajdan başlayıp en az üç çocuk ile taçlandırdıkları, aile yılı ile arşa vardırdıkları bedenimizle dertleri doğuma da varacaktı elbet diyor köşesinden. Hangisinden daha çok çocuk gelir düşünmezler mi sandın diyor. Benliklerimizi parçalamadan, doğum için araçsallaştırmadan, eve, yeniden bakım emeğine iyice hapsetmeden rahat ederler mi sandın diyor bilmiş bilmiş. Mevzu sağlık mı nüfus mu bir düşün istersen diyor. Bu sefer sinirleniyorum. Kimsenin mi umrunda değil bağıra bağıra ve bağırtıla bağırtıla doğum yaptırılan kadınlar, defalarca yapılan doğumlardan eriyen kemikler, kısalan ömürler. Benim umrumda.
Nihayet kendimi toparlıyorum. Boğazımı temizliyor, sırtımı dikleştiriyorum. Kadınların vereceği bir kararı başkasının tartışmasına müsaade etmeyeceğim. Gebelikte mahkum ettiği ve yalnız bıraktığı şartları düzeltene kadar, ister patriyarka olsun ister tıp, bedenlerimize müdahale etmesine izin vermeyeceğim. O ya da bu doğum şeklini savunanların saflarına katılmayacağım, mücadelemi onlarla değil, kadınların sağlıklı ve özgür bireyler olarak gebelik ve doğum sürecini geçirmesi için uğraşanlarla birlikte yapacağım.
“Kararı verecek olan, hekimin önerisi doğrultusunda, kadınlardır,” diyorum, karşılıklı rahat bir nefes alıyoruz, gülümseyerek kapatıyoruz. Çatlağı macunluyorum, sızıntı bitiyor. Patriyarkasız bir gelecek gelene, kadınlar istedikleri gibi doğurana veya doğurmayana kadar elde kalem, yola devam.
* Ayrıntılı bilgiye erişmek için:
https://www.turkeyrecap.com/p/birth-and-biopolitics-the-c-section