Biz lezbiyen kadınlar, 26. İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası Komitesinden ayrılıyoruz.
Onur Haftası Komitesi, kadın düşmanlığını ve lezfobiyi sistematik olarak besleyen bir yer haline gelmiştir.
Cinsiyetsizlik politikası, kadınların, toplumda bir kadın olarak sahip oldukları konumdan kaynaklanan her tür sıkıntı, şikayet ve taleplerini geçersiz kılacak bir araca dönüşmüştür. Onur Haftası Komitesinde lezbiyen kadınlar artık görünmez olduklarını, belirli yerlerin kendilerini kapsamadığını söylediği her an, bu kapsayıcılık ve görünürlük onların sorumluluğuna bırakılmış, “alanını kendin yarat” denir hale gelmiştir. Buna karşılık, buna yönelik her türlü girişim, cis-merkezcilik suçlamasıyla manipüle edilmektedir.
Komite içerisindeki kadın düşmanlığına saç-baş yolduran bir örnek vermek gerekirse: Yıl içindeki bir pre-pride partisi sırasında, komite üyesi lezbiyen bir kadın, partide çıkmış bir olaya dair güvenlikle konuşmaya çalıştığında, güvenlik kendisini açıkça görmezden gelerek, yerine yine komiteden, kendince erkek saydığı bir kişiyi muhatap aldı. Uğradığı kadın düşmanlığını komiteye açan kadın, sadece kendi kadınlık deneyiminden bahsettiği için, diğer kişilere erkeklik atamakla suçlandı. Toplantıda anlattığı şeyler, çullanacak bir açık ararcasına, “erkek dayanışması yaptılar dedi,” gibi art niyetli söylentilerle yayıldı. Böyle bir cümle hiç kurulmamıştı; söylenen şey, güvenliğin kadın gördüğü için bir komite üyesinin yüzüne bakmadığıydı. Sonuç olarak, güvenlik tarafından mağdur edilen kadın kendini özür dilerken buldu. Bir pride partisinde yaşanmış olan açık kadın düşmanlığı ise bir daha konu edilmedi.
Bizler Onur Haftası Komitesi olarak cinsiyetsiz bir dünya hayali kuruyoruz, pekala. Fakat yaşadığımız ataerkil düzenden doğan güç ilişkilerinin en dibinde yer alan kadınların sadece cinsiyetleri yüzünden yaşadıklarını, ne kadar sistematik bir şekilde ezildiklerini ve görünürlük çabalarını bu denli görmezden gelmek, bizi gerçekten cinsiyetsiz bir dünyaya götürecek mi? Hala gittiğimiz her partide, her toplantıda lezbiyen/biseksüel kadınlar olarak kendimize gerçek anlamıyla “alan” açmak için mücadele veriyoruz. Eril bir muameleye maruz kaldığımızda bunun neden eril olduğunu açıklamak için sayfalarca metin yazmak zorunda kalıyoruz. Bir şeyin ataerki ve kadın düşmanlığını yeniden ürettiğini anlatmaya kalktığımızda “cinsiyet atadın!” suçlaması karşımızda bir duvar gibi dikiliyor. Dahası, kadınlar hayatlarının her anında karşı karşıya oldukları şiddeti sayıp dökmeye başladıklarında açıktan “ajitasyon” yapmakla suçlanıyor.
Cinsiyetsiz bir dünya hayalini gerçekten kuruyorsak, komite içerisindeki yoldaşlarımızın, biz kadınların dezavantajlarını en azından görünür kılmak namına, toplumun kendilerine atadığı birtakım konforları görüp kabullenmeleri gerekirdi. Biz kadınlar, elbette cinsiyetimizden bahsediyoruz, çünkü bu cis-normatif düzen bizi eziyor; her gün, her an fiziksel ve/veya psikolojik şiddete maruz bırakıyor. Fakat komitedeki kadınlar, cinsiyetlerine dair dertlerinden her bahsettiğinde cis-seksizm! suçlamasıyla karşılaşmakla kalmıyor, komitenin bütün cis-seksizm problemi, komitede kalmış toplam iki-üç cis-kadının üstüne yükleniyor. Geldiğimiz noktada, esasen bizlere de toplum tarafından atanmakta olduğu halde, salt bir cinsiyete sahip olduğumuz için bu konuda söylediklerimizin duymazdan gelinmesine daha fazla izin vermek istemiyoruz.
Evet, İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası hepimizin. Peki hepimize sahip çıkıyor mu gerçekten?
Dılşa Ritsa Eşli & Deniz Gedizlioğlu