1994 yılından itibaren dergi olarak yayınlanan, 2006’da ise internette yayın hayatına başlayan Kaos GL, İstanbul 9. Sulh Ceza Hakimliği’nin 21 Haziran 2025 Cumartesi aldığı kararla erişime kapatıldı. Kaos GL’nin sansürlenmesi son yıllarda LGBTİ+ varlığına, görünürlüğüne ve örgütlü hareketine yönelen sistematik devlet baskısının bir adımı. Biz bu yasağı; Onur Yürüyüşleri’nin ve Trans Onur Yürüyüşleri’nin yasaklanması, katılanların veya ‘katılması şüphesi olanların’ her yıl giderek daha fazla polis şiddetine maruz kalması, davalar ve bu yıl ilk defa tutuklamalar, hormona erişime getirilen engeller, trans uyum sürecinin iyice zorlaştırılması, İstanbul Bayram Sokak’ta ve İzmir Bornova’da transların yaşadıkları ve çalıştıkları sokaklarda barındırılmaması politikası, tartışılan ve bazı açılardan fiili olarak uygulanan LGBTİ+ düşmanı Medeni Kanun ve Ceza Kanunu değişiklikleriyle oluşan genel saldırının bir parçası olarak anlıyoruz. Ama hem LGBTİ+ hareketin hafızasını taşıyan önemli bir kurum olmasıyla hem de pek çok LGBTİ+’nın haber almak, kendinden bir şey bulmak için dönüp baktığı ender mecralardan biri olmasıyla Kaos GL’nin hedef alınmasının elbette özel bir önemi var. Bu sessizleştirme, görünmezleştirme, yok etme çabasının karşısında, feminist bir yayın olan Çatlak Zemin olarak bizler, Kaos GL ile dayanışmak, disketlerle başlayan hafızasına ve mücadelesine tanıklık etmek, sansüre karşı birlikteyiz demek için yasağın ardından bir söyleşi yaptık. Kaos GL.org Genel Yayın Yönetmeni Yıldız Tar’ın da dediği gibi: “Her birimiz için çizilen bir sınır var. Biz, bu sınırlar içinde bize verilecek bir iki hakkı lütuf gibi görmeyi reddediyoruz Mesele hep beraber özgürleşebilmek.”
Kaos GL ne zaman, ne hedeflerle kuruldu? Nasıl bir gruptu ilk örgütleyicileri?
Kaos GL’nin kuruluşunu derginin çıktığı tarih olan 20 Eylül 1994 olarak alıyoruz. Ancak derginin hazırlık sürecini de düşünürsek 90’ların başı diyebiliriz. Kaos GL’nin hikayesi Ankara Güvenpark’ta başlıyor. Parkta bir araya gelen eşcinsel ve transların; gece karanlığında parklarda buluşmanın ötesinde bir şeyler yapma arzusunun bir ürünü Kaos GL. 90’ların başında ev sohbetleri, evlerde buluşmalar dergiye ve ardından örgütlenmeye evriliyor.
İşçi, öğrenci, işsiz, çoğunluğu genç olsa da sadece gençlerle sınırlı kalmayan bir toplamdan bahsediyoruz. Her yaştan LGBTİ+ kişinin hikayesi bir şekilde Kaos GL’ye değiyor.
Türkiye’deki LGBTİ+ örgütlenmesinin 90’lar ve 2000’ler başındaki seyrini incelediğimiz “Patikalar: Resmi Tarihe Çentik” sözlü tarih kitabında Ali Özbaş ve Ali Erol, derginin ilk sayısının binbir zorlukla çıktığını anlatıyor. Ali Erol, ilk sayının çok önce hazır olduğundan ancak bir türlü para bulup bastıramadıklarından dem vurup şöyle diyor:
“Para da yoktu. Yani gerçekten yoksulluğun gözü kör olsun derler ya herhalde biz yoksulun da yoksuluyduk. Hani tamam Güvenpark’ta orda burda gullüm alıkırken her statüden her kesimden insan bir araya geliyor da, konu bir iş yapmaya yansımıyor. Bildiğimiz, tahmin edeceğimiz hikâyeler. Ve bugün için çok komik bir paraya ihtiyacımız vardı. Birinci sayı sanırım en çok çoğaltılan sayı oldu. Çünkü tekrar tekrar çoğaldı ama ilk baskı için komik bir para lazımdı. Yetmiş beş lira… Yetmiş beş liraydı galiba. O zaman için komik bir paraydı. Fakat bizim için olmayınca olmuyor ya… Heteroseksüel kadın bir arkadaşımız verdi nihayet…”
Geçtiğimiz yıllarda kaybettiğimiz Psikolog Mahmut Şefik Nil de kuruculardan. Anmak gereken çok isim var elbette ama Yeşim Başaran’ın aynı kitapta bahsettiği fotokopi ile dergiyi nasıl çoğalttıklarına ilişkin anısı da bence o dönemi anlamak için önemli:
“İnternet yok. Mail ile yazı göndermek diye bir şey yok. Kâğıtlarla geliyor, mektuplarla geliyor ya da biz kâğıtlara yazmış oluyoruz. Dolayısıyla birileri onları bilgisayara geçiyor öncelikle ve hiç kimsenin daha önce o tip bir işte bir uzmanlığı da yok. Ali Özbaş, sayfa dizaynını, tasarımını yapıyor ama o da daha önce böyle bir şey bilmiyor. Yani o da yaparken öğreniyor. Her şeyi yapıyoruz, yaparken öğreniyoruz, gelişiyoruz. Bir kez benim evimde bilgisayar vardı artık hani bir yıl iki yıl sonrası olabilir. Evde dizdim yazıları. Ev de Eryaman’da şehrin 20 km. dışında. Disket kopyaladım attım çantaya. Sayfa düzeni için Ali’lere doğru, şehre doğru gittim. 20 km. yol indim. Taktık disketleri çalışmadı. Ben o zaman tekrar eve gideyim dedim ve tekrar otobüse binip hop eve geri gidip, bu sefer birkaç diskete birden kopyaladım. Tabi tecrübe ediniyorsun. Hani şu an içinde yaşadığımız yıllarda hayatta olmayacak şeyler. Zaten herkes kendi bilgisayarında yazıyor. Mail atıyor. Sırf o kısmı için bile bayağı emek harcamamız gerekiyordu. Sonra da fotokopi ile çoğaltıyorduk sayfaları. Evde toplanıyorduk kalabalık bir şekilde. Sabahtan akşama kadar tek tek katlayıp zımbalıyorduk.”
Şimdiden geriye baktığımızda 90’larda feminist, sol, sosyalist örgütlerin büyük çoğunun bir dergi çevresinde bir araya geldiğini fark ediyoruz. LGBTİ+’lar için de hikaye biraz böyle. Dergi hem bir örgütlenme aracı hem de kendi sözünü ve politikanı inşa etmek için tartıştığın bir zemine dönüşüyor. Tabi LGBTİ+’lar için bir diğer anlamı, kendin gibi birilerini bulabilmeni sağlayan bir yerin varlığı. Mücadele kadar kendi kimliğini inşa edebilme, senin sapkın, hasta, günahkar, anormal, suçlu olduğunu; kendinden utanman gerektiğini öğreten dış seslerle geçen bir hayatta bir vaha bulmak gibi bir şey olsa gerek. Ki o dönem çıkan sayılardaki yazılarda da bunu görüyoruz. Bir tarafta politik söz inşası ve tartışmalar varken; diğer tarafta nasıl partner bulduğunu ya da bulamadığını, yaşadığı şehirde başına gelen madilikleri, gündelik hayatındaki güzel bir anı anlatan okur mektupları yer alıyor. Hatta bu durum tartışmalara da yol açıyor. Bu tarz içerikleri apolitik bulanlar da oluyor. Diğer tarafta dergiyi fazla politik bulanlar da. Dönemin her yayınında olan polemikçi üslubu da yazılara yansıyor. Bu durum bence çok kıymetli. Ve bu tarz bir denge esasen LGBTİ+ realitesinin de bir sonucu. Diğer pek çok toplumsal tabakadan farklı olarak, LGBTİ+ kimliğinizi ailenizden devralmıyorsunuz. Doğduğunuzda size atanan bir kimlik de değil. Bu durum da sizi toplumda ufak adacıklar dediğim bir sosyolojiye hapsediyor. Ve her şeyi sıfırdan inşa etmek zorunda kalıyorsunuz. Böyle olunca gündelik hayattaki hikayelerinizi anlatabilmek bile politik bir eyleme dönüşüyor. Bu, hâlâ böyle.
Kendi hikayemde de Kaos GL dergisi ile karşılaşmam benzer bir yerde duruyor. Kaos GL Dergisi ile ilk kez karşı karşıya gelmemi hatırlıyorum. Sene 2008’di. Bursa’da lise öğrencisiydim. Bir tanıdık vermişti. Cinsiyet kimliğim, cinsel yönelimim, cinsellik ve cinsiyet ifadem ne dersek diyelim; o dönem kendim hakkımda fazlasıyla acımasız ve içine kapanıktım. İnternette gözümü korkutan, hasta ya da günahkâr olduğumu söyleyen siteler, medyada arada sırada denk geldiğim bir ucube olduğumu dikte eden içerikler dışında ‘ibnelikle’ ilk karşılaşmalarımdandı. İlk tepkimin korku olduğunu hatırlıyorum. Elim ayağım birbirine dolaşmıştı. Neden bu dergiyi bana vermişti? Yoksa o da mı biliyordu? Acaba bütün dünya biliyor muydu beni? Ne yapacaktım şimdi? Pek de matah olmayan hayatıma ne olacaktı? Biliyordum hayatım hiç de hoş değildi, vaktimin çoğunu gizlenmeye harcıyordum ama yine de benim hayatımdı. Ya şimdi ne olacaktı? Ne? Dergiye azıcık bakıp çöpe attığımı hatırlıyorum. Daha öncesinde de aslında ibneliğimle, dönmeliğimle kurabildiğim tek duygusal ilişkinin kaygı, korku ve utanç olduğunu…
O an fark edemesem de o dergiyi elime aldığım an kişisel tarihim açısından bir dönüm noktasıydı. Sonrasında gece herkes uyuduğunda bilgisayarı açıp kaosGL.org’u okumaya başladım. Evreka! Yalnız değildim. Hatta hiç de hasta ya da günahkâr değildim. Zaman içerisinde cinselliğimle, cinsiyetimle ve dahi beni ben yapan her şeyle başka bir ilişki kurmaya başladım. Korku, kaygı, utanç değil… Kendi adıma onur da değil. Huzur ve sevgi. Bana kendimi sevmeyi öğreten yerlerin en başında Kaos GL Dergisi ve kaosGL.org sitesi geldi.
90’lar ve 2000’ler faaliyetlerini, o dönem karşılaşılan engelleri nasıl aktarırsınız? Hangi kesimlere ulaşıyordu o dönem ve nasıl tepkiler geliyordu?
Aslında Kaos GL’nin hikayesi bir engelleme üzerine başlıyor. 90’ların başında bir araya gelen grup, İnsan Hakları Derneği (İHD) Ankara Şube’de örgütleniyor. Şubede bir Lezbiyen ve Gey Hakları Komisyonu kurmak istiyorlar ancak o dönem İHD Ankara Şube bunu kabul etmiyor. Ardından bağımsız bir öz örgüt olan Kaos GL kuruluyor. Ancak LGBTİ+ hareketi İHD ile bağlarını sürdürmeye devam ediyor. Ki son yıllarda İHD’nin birçok şubesinde LGBTİ+ komisyonları kuruldu.
İlk dönem görünür olabilmek çok önemli bir engel olarak karşılarına çıkıyor. O dönemki tartışmalarda bir grubun kamuoyuna açık etkinlikler yapmak istediğini görürken; bir grup ise daha içe kapanık bir güçlenme topluluğu olarak kalmak istiyor. 2003 yılında yapılan Lezbiyen ve Geylerin Sorunları ve Toplumsal Barış İçin Çözüm Arayışları Sempozyumu; bu tartışmaların bir ürünü olarak kamuya açık ilk etkinlik oluyor. Ve inanılmaz bir kalabalık ve basın ilgisiyle de karşılaşıyorlar. Şu anda her iki eğilimin de bir arada olabildiğini söyleyebiliriz. Ancak ilk dönemlerde bu bir tür karşıtlık gibi ele alınıyor.
Bu sempozyumun hazırlık sürecinin de bayağı meşakkatli olduğunu Umut Güner, sözlü tarih görüşmemizde şöyle anlatmıştı:
“Mesela ilk defa sokakta eşcinsellikle ilgili bir afiş o etkinlikte yapıldı. Çok komik, biz güvenlik sağlayamayacağız diye on beş kişi çıkmıştık afiş yapmaya. İki kişi afiş yapıştırıyor. Etrafındaki on kişi ne yapıştırdığını kimse görmesin diye çaba harcıyordu. Sonra da hep birlikte kaçıyorduk ordan. Her yeri, Kurtuluş’u, Cebeci’yi, Esat’ı neyi afişledik. Sonra şeye bakıyordu insanlar, afiş yapıştırdığımız yerlerde afişler sökülmüş mü sökülmemiş mi onu kontrol ediyorlardı. Mail atıyorlardı burdaki afiş sökülmemiş duruyor, burdaki sökülmüş diye. Ondan sonra ertesi gün tekrar afişe çıkıyorduk aynı yeri tekrar afişlemek üzere. Öyle bir süreç geçti.”
Sempozyumun ruh halini bence en iyi özetleyen anekdot da yine Umut’tan:
“Kaos toplantıları dışında hiç konuşmadım. Hatiplik deneyimim yoktu. Perihan Mağden’in gelmemesi nedeniyle program boş olduğu için, Ali Erol ve Oya Burcu da yeteri kadar panelde konuşmacı olduğu için medya oturumuna dergi yayın kurulundan benim konuşmam gerektiği söylendi. Yusuf Eradam, Yıldırım Türker ve ben konuşacağım. Tabii ki hiç kimse Yusuf Eradam’ı ve beni dinlemeye gelmeyecekti. Herkes Perihan Mağden’i ve Yıldırım Türker’i dinlemeye gelecekti. Nitekim öyle oldu. Bu arada ben çok heyecanlandım, Yıldırım’a da bunu söyledim. Yıldırım da şey dedi bana, çok basit bir teknik öğretti. Halen onu kullanıyorum. ‘Eline on tane boş dosya al. Sanki dosyada notları takip ediyormuşsun gibi yap, sıkıştığın yerde ne anlatmışım gibi önüne eğil ve nota bak. O arada bu senin düşünmen için bir fırsat olur’ dedi. Yusuf Eradam panelde bir de beni Perihan Mağden olarak tanıttı. Zaten hani özgüvenim yerlerdeyken sahneye Perihan Mağden olarak çıkıyor olmak… Tabii oturum sırasında tekrar düzeltti espri yaptığını anlattı ama sonuçta ben orada yerin dibine batmıştım. Yanında Yıldırım gibi biri varken hiç kimse seni dinlemek istemiyor. Hani herkes onu dinlemek istiyor ve herkes bu sussa da şu adamı dinlesek diye bakıyor.”
Sempozyumdan önce tabii ki esas büyük dönüm noktası 2001’de 1 Mayıs’a Kaos GL’nin kendi pankartıyla katılması. Kamusal alana ilk açılma diyebiliriz. Daha öncesinde 80’lerde trans kadınların Gezi Parkı merdivenlerinde açlık grevi, Dayağa Karşı Yürüyüş’te trans kadınların konuşmaları da var tabii ki. Ama bağımsız bir öz örgütlenmenin örgütlü bir şekilde sokağa çıkması açısından bir ilk. 1997’de deneme yapılıyor. 1 Mayıs’a katılıyorlar ama Kaos GL pankartıyla değil. 1997’deki katılımın ardından grup içinde de tartışmalar oluyor. Kaygılananlar olduğunu aktarıyor o dönemdeki Kaos GL’liler. Ve bunun üzerine 2001’e kadar pankartla katılma erteleniyor.
2001’deki 1 Mayıs’ı ben değil, Oya Burcu Ersoy anlatsın isterim. Patikalar kitabından naklen:
“Bir avuç kişiydik. İşte zaten iki kişi pankartı tutuyor. Üç kişi döviz taşıyor falan şeklinde. Annem beni bilmiyordu o dönem. Hani ben annemlere bütün araştırmayı falan söyledim. Araştırma yaptığımı biliyorlar. Annem o süreçte, ‘Hani araştırmanı yaptın, bitti, tamam artık görüşme. Yoksa sen de lezbiyen olursun, seni de lezbiyen yaparlar’ gibi şeyler söylüyordu. Lezbiyensem lezbiyenimdir anne, sonradan olunmuyor, diyordum. Yani böyle ona söylemenin yollarını arayan cümleler kuruyordum. Ama annemin de çok ciddi bir duvarı vardı. ‘Biz seni çok iyi yetiştirdik, sen iyi aile kızısın, lezbiyen olamazsın’ diyordu bana. ‘Onlar da iyi aile kızları, anlattım ben sana’ diyordum. O sebepten yürüyüşteki tek tedirginliğim şuydu: Çok mutluydum. Çok gururluydum. Çok heyecanlıydım. Böyle ara ara şey geliyordu sadece. Hani kameralar geliyor falan diye. Çekerlerse, televizyona da çıkarsak… Annem öyle duvar örünce ben de hani söylemedim açıkçası. Onun dışında bir yandan da çok az düşünmüşümdür aman ailem beni görecek kısmını. Aman görürse de görsünler, rahatlarım da diyordum. Kaos GL’nin pankartına yönelik destek de güzeldi ayrıca. Yani alkışlayanlar… Genelde sendikalardan alkışlanıyorduk tabii. O da güzeldi ve yani çok heyecanlıydı. Başından sonuna kadar. Hani dövizlerin hazırlanmasından yürüyüşe mutluluk çok güzeldi.”
O dönem, “Eşcinsellerin 1 Mayıs’ta işi ne” soruları da soruluyor. Hatta, 90’ların sonunda Kaos GL’nin tek tek sendikaların kapısını çalmasının komik bir hikayesi de var. Bir sendika, bunlar rakip sendikanın yolladığı ajanlar herhalde diye düşünüyor.
Engeller hem devletin görünmez kılma siyasetinden kaynaklanıyor hem de toplumsal muhalefetin yan yana durmaktan çekinmesinden. Burada feminist hareket ve anarşist hareketi paranteze almak lazım. İlk günden beri LGBTİ+ hareketiyle yol arkadaşlığı yapan iki hareket oluyorlar. Anarşistlerle özellikle vicdani ret ve militarizm karşıtlığı üzerinden bir ortaklık kurulabiliyor.
90’larda tabi mekansızlık da büyük dert. Bir süre sonra ev toplantılarına sığmıyorlar. Kafelerde, barlarda, dost kurumların mekanlarında buluşmaya çalışılıyor. Ama bunların hepsi de bir mücadele gerektiriyor. Kaos Kültür Merkezi açılana kadar bu mücadele sürüyor. O dönem özellikle Toplumsal Araştırmalar Vakfı’nın salonunda etkinlikler yapılıyor. O salondaki buluşma ve etkinlikler Kaos GL’nin kurumsallaşmasına büyük katkı sağlıyor.
Kaos Kültür Merkezi’ndeki kadın buluşmaları özellikle lezbiyen ve biseksüel kadınların katılımı açısından bir milat oluyor. Oya Burcu Ersoy, Patikalar kitabında şöyle anlatıyor:
“Bir yandan da doğal olarak ataerkil dünya, ataerkil ülke ve örgütlenmede de kadınların kendine güvenip bir şeyler yapması ayrıca cesaretlendirme gerektiren bir şey olduğu için kadınların Kaos GL’de aktif olmasını sağlayacak ya da en azından gelmesini cezbedici hale getirecek şeyler yapmak istedik. Kaos GL’ye geldiğinde mesela bir kadın eğer orada kadın yoksa, sadece ne bileyim erkeklerle karşılaşıyorsa, tam kendini açmıyor. O yüzden de dedik ki böyle özel bir zaman ayırsak hiç değilse diğer zamanlarda gelmekten çekinen, ayakları geri giden kadınlar bu şekilde gelir, bu şekilde ısınır. Öylece kadın buluşmaları doğdu. Önce Pazar sohbetlerine gelip sonra Kaos GL’de aktif olarak bir şeyler yapmaya başlayan kadınlar çok oldu.”
Bu arada 90’larda Kaos GL dergisine soruşturma açılıyor. 2000’lerde derginin “Pornografi” başlıklı sayısı toplatılıyor. Yine Kaos GL 2005’te dernekleşmeye karar veriyor. Kapatmak için soruşturma başlıyor ama kapatılmıyor. Dernekleşmeye nasıl karar verdiklerini Yasemin Öz, şöyle anlatıyor:
“O dönem şöyle bir boğulma yaşıyoruz. Tüzel kişiliğimiz yok, paramız yok, her ay kirayı nasıl ödeyeceğiz? Ve haftalık toplantılarımız gerçekten tamamen maliye konuştuğumuz bir şeye dönüşüyor, yani politika tartışamıyoruz, ne üreteceğimizi tartışamıyoruz, üretecek kaynak bulamıyoruz. Ve buna nasıl bir çözüm üretebiliriz diye konuşmaya başlıyoruz. Ben her ay mesela cumartesi nöbetimde tek tek üyeleri arıyorum. Aidatınızı öder misiniz, işte kiramızı ödeyemedik çok zor durumdayız… Ki aidatları toplasan bile yetmiyor işte… Parası olan arkadaşlarımızdan borç istiyoruz, borç alıyoruz falan. Onu ödemeye çalışıyoruz. Böyle bir döngü içindeyiz. O dönem 2004 yılında Dernekler Kanunu değişmişti. Dernek olmak çok kolay hale gelmişti yani tüzüğü verdiğin anda dernek olarak kurulmuş oluyordun. Ben de tabi hani hukukçuyum ve arkadaşlarla şey konuşmaya başladım, ya biz dernekleşelim. Hani çok kolaylaştırdılar, on altı kişi bulsak dernekleşiriz. Açık eşcinsel olarak on altı kişi kurmak istemese bile heteroseksüel arkadaşlarımızla konuşalım, kurucumuz olur musunuz diye falan. Bir dönem yapabilir miyiz yapamaz mıyız falan tartışarak bir sene sonra falan, 2005’te işte, tamam yani biz bunu yapmayı bir deneyelim noktasına geldik. Ama bizde şöyle bir fikir vardı. Bizim dernek olmamızı bunlar kabul etmez, kapatılmamız için dava açarlar. Ama bırakalım açsınlar, böylece somut olarak devlete karşı bir adım atalım. Onlar da bize somut olarak resmi bir cevap versin. Hani bu iş bir resmiyete dökülsün. Stratejimiz şuydu; reddedileceğiz işte kanun yollarına başvuracağız, AİHM’e başvuracağız, niyetimiz beklentimiz o yöndeydi. Ve biz tabi dernek olduk. Ve ağırlıkta gerçekten LGBT’lerin kurucu olduğu bir dernek olduk, heteroseksüel arkadaşlarımız da vardı.”
Kaos GL dergisinde logo altında yazan ve bir dönemin sloganı olan, “Eşcinsellerin özgürleşmesi heteroseksüelleri özgürleştirecektir” sözünün karşılığını o dönemler için nasıl yorumlarsınız?
Sistem sana ait izleri silmek için o kadar istekli ki, büyük çabayla bulduğun en ufak bir çıkış yolu çok büyük bir meseleye dönüşüyor. Türkiye’deki LGBTİ+ mücadelesi hep bir çatlak bulup patika inşa etmenin, bir izin peşine düşmenin tarihi. Genelde LGBTİ+’lar Onur Haftaları’nda ya da bir devlet yetkilisi hedef gösterdiğinde akla geliyor. Sonra unutuluyor. Ama LGBTİ+’ların hayatları, maruz kaldıkları ayrımcılık ve nefret söylemi devam ediyor. Hayatlarımız yalnızca Onur Haftasında, Cumhurbaşkanı ya da İçişleri Bakanı bir açıklama yaptığında piyasaya çıktığımız anlardan ibaret değil. Hayatın tam ortasındaki bir hakikat olan cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği çeşitliliği; hayatla birlikte akıyor. Bu akışa dahil olmak, herkes için özgürleştirici bir deneyim bana kalırsa.
Kaos GL 94’te yola çıkarken, “Eşcinsellerin özgürleşmesi heteroseksüelleri de özgürleştirecektir” diyordu. Bunu 2025’te LGBTİ+’ların özgürleşmesi herkesi özgürleştirecektir diye revize edebiliriz. LGBTİ+’lara dönük ciddi baskı ve ayrımcılık var. Toplumu küçük odacıklara hapsetme siyaseti hâkim. Her birimiz için çizilen bir sınır var. Biz, bu sınırlar içinde bize verilecek bir iki hakkı lütuf gibi görmeyi reddediyoruz bir yandan. Mesele hep beraber özgürleşebilmek. Toplumsal barışın da, demokrasinin de asgarî şartı bu.
Sanırım o dönem de, şimdi de geçerli bu durum…
Kaos GL dergi ve web üzerinden habercilik nasıl kararlaştırıldı? Ne gibi hedefler vardı?
Kaos GL dergisinin yayıncılık pratiğinde ilk dönem, LGBTİ+’ların seslerini ve hikayelerini anlatma hedefi öne çıkıyor. Bunu yaparken bir yandan da LGBTİ+ hareketinin politik tartışmalarını yürütebileceği bir zemin olmaya gayret ediyor.
KaosGL.org internet gazetesi ise 2006’da aslında yayın hayatına başlıyor. Ama haberciliğe odaklanması 2007’de oluyor. Anaakım medyada da, alternatif medyada da LGBTİ+’ların yaşadıkları, maruz bırakıldıkları hak ihlalleri, hayat hikayeleri, kendi sesleri yer almadığı için bir tür LGBTİ+ haber ajansı olarak yavaş yavaş kendisini inşa ediyor. Burada hem hak odaklı bir habercilikle, LGBTİ+’ları hedef alan hak ihlallerini görünür kılma hedefi var. Hem de LGBTİ+’ların bilgiye ulaşabileceği, kendi kimliği hakkında sorularının yanıtlarını bulabileceği bir güçlendirme hedefi. Bu iki hedefi bir arada sürdürmek yer yer zorlasa da; KaosGL.org’un rüştünü ispatlamış bir internet gazetesi olduğunu görmek çok sevindirici.
Bir yandan da KaosGL.org’un haber ajansı gibi çalışma pratiği önemli. Diğer medya kuruluşlarının alıp kullanabilecekleri haberler üretmeye çalışıyoruz. Normalde haber ajanslarına medya kuruluşları ücret karşılığı abone olur ve haberleri kullanır. Ancak biz bunu herkese açık bir şekilde, bir tür kamu görevi olarak yapmaya çalışıyoruz. Tek istediğimiz referans verilmesi. Çünkü, haberlerimize ve onun yaratabileceği etkiye güveniyoruz. Bu etkinin başka medya kuruluşlarına ilham verdiğini de seneler içerisinde gözlemledik.
LGBTİ+’lara yönelik hedef gösterme bir süredir LGBTİ+ örgütlerin faaliyetlerini kısıtlama, engelleme pratiğini de getirdi. Kaos GL olarak erişim yasağı öncesi nelerle karşılaştınız?
Neler yaşamadık ki? IŞİD tarafından tehdit edildik, ofisimizi taşımak zorunda kaldık, Kaos Kültür Merkezi’ni üzülerek kapattık. Yürüyüşlerimiz yasaklandı. Yetmedi OHAL döneminde Ankara’da süresiz LGBTİ+ etkinlik yasakları geldi…
2016’da Ankara’da yürüyüş yasaklandı. IŞİD Kaos GL’yi tehdit ettiğinde bizi koruyacak kadar polisleri olmadığını söylediler. Bir dönem yasaklar için gerekçeleri kamu güvenliği iken şimdi niyetlerini açık açık ortaya dökmüş durumdalar. Sapkın kelimesi havalarda uçuşuyor. 2017’de Ankara’da süresiz bir yasakla karşılaştık, böyle bir şey olabilir mi? İçinde LGBTİ+ geçen tüm etkinlikler, yürüyüş de değil film gösterimleri ve atölyeler dahil, yasaklandı. OHAL bile üçer aylık periyotlarla ilan edilirken, LGBTİ+ yasağı süresizdi. OHAL bitti, ikinci yasak geldi. Dava açtık, 2020’de kazandık ki bu kez pandemi çıktı. Pandemi sürecinde yaşadıklarımız hepimizin malumu.
Hükümet medyası tarafından neredeyse her gün hedefteyiz. Hakeza sosyal medyada da öyle. Diğer derneklerden farklı olarak LGBTİ+ dernekleri, devletin çeşitli kurumları tarafından çok fazla denetleniyor. Bu denetim süreçlerinin biri bitince diğeri başlıyor. Ve hepsi de hiçbir şey yapmasa bile en az birkaç ay vaktinizi çalıyor.
Gözaltı ve tutuklama baskısı zaten ülkedeki herkes için bir şekilde rutine dönmüş durumda. Ondan bahsetmiyorum bile…
Bu erişim engellerinin sonrasında nasıl bir yol çizmeyi planlıyorsunuz, bunları hep birlikte aşmak nasıl mümkün ve dayanışmak isteyene bir sözünüz, çağrınız var mı?
KaosGL1.org yayın hayatına başladı. Eski haber ve içeriklerimizi maalesef yeni siteye taşıyamadık. Onlar için VPN kullanarak KaosGL.org’a tıklamak gerekiyor. X hesabımız iki kere engellendiği için yenisini açmadık. Bu tarz sansür girişimleri, okurların desteğiyle aşılabilir. Biz işimizi yapmaya, LGBTİ+’ların hikayelerini anlatmaya, sessizlerin sesi olmaya çalışmaya devam ediyoruz. Susmaya da pek niyetimiz yok. Çağrımız, sesimizin bir yankı odasına hapsedilmemesi için bu sese megafon tutulması…