Kendine Ait Bir Oda’nın en sevdiğim pasajlarından birinde Virginia Woolf, “katışıksız ataerkil toplumun göbeğinde”, tüm toplumsal engellemelere ve küçümseyici eleştirilere karşın geri çekilmeden yazabilmenin güçlüklerini anlatır: “[K]adınların değer ölçütleri çoğunlukla karşı cinsin koyduklarından farklıdır; bunun böyle olması da çok doğaldır. Ama geçerli olan erkeklere özgü değer ölçütleridir. Kabaca dile getirilecek olursa, ‘önemli’ olan futbol ve spordur; modaya taşınmak, giysiler satın almak ‘önemsiz’dir. Ve bu değer ölçütleri kaçınılmaz biçimde yaşamdan yazına aktarılırlar. Eleştirmen bu önemli bir kitap diye düşünür, çünkü savaşı ele almaktadır. Bu önemsiz bir kitap, çünkü oturma odasındaki kadınların duygularını anlatıyor”[i].
Aradan yüzyıl kadar bir süre geçmişken bu ölçütlerin tamamen değiştiğini söyleyebilseydik keşke… Yine de onları sarsmayı ve kadınlara ait bir yazınsal geleneği geliştirmeyi başardığımızı düşünüyorum. Bu gelişimi, bütün o heves kırıcı buyurgan seslere kulaklarını tıkayarak şiir, öykü ya da roman yazmayı sürdüren kadınlara olduğu kadar feminist eleştiriye de borçluyuz. Edebiyat ve kültür dergisi Ecinniler’in son sayısında yer alan Türkçe Edebiyatta Feminist Dalga dosyası da böyle kayda değer bir çabanın ürünü (Mayıs-Haziran 2022, sayı 15).
Derginin bu sayısında dosya yazarlarından şair ve öykücülere, çevirmenlerden incelenen kitapların yazarlarına dek sadece kadınlara yer verilmiş. “Sırf yapabildiğimiz için ve canımız öyle istediği için” diyor Çağla Çinili, kaleme aldığı sunuş metninde. Yazı ve söyleşiler arasında ilk dikkatimi çeken şiir incelemeleri oldu. Nedenine gelince… Çağla Çinili’nin “Bu topraklarda yaşayan edebiyatçı kadınlar yıllardır yazmadıklarına, yazamadıklarına hatta aslında var olmadıklarına dair bitip tükenmek bilmeyen bir gaslighting’e maruz kalıyorlar” tespiti en çok kadın şairler için geçerli. Bu ihmal edilmiş alanda Işık Sungurlar’ın “Gonca Özmen Şiirine Evin İçinden Bir Bakış”, Betül Dünder’in “Modern Türkçe Şiirde Şair Kadınlar: Kimlik ve Temsil Problemi”, Gamze Haklı Geray’ın “Şair Kadınlar Bizi Nasıl Dönüştürdü?” başlıklı yazılarını görmek sevindirici oldu.
Pınar Özdemir ise “Türkiye’de Kadın Hareketleri ve Bu Hareketlerin Edebiyata Yansımaları”nı incelemiş. 1870’lerde başlayan; kadın dergilerinin mücadeleyi ve yazınsallığı beslediği uzun bir tarihçe sunuyor. Osmanlı dönemi kadın yazarlarının -Batı’dakinin tersine- erkek adı, erkek mahlasları kullanmadığını, pek çoğunun kendi adlarıyla yazdıklarını öğreniyoruz Pınar Özdemir’den. Her yeni bilgiyle Osmanlı Kadın Hareketine olan hayranlığımız da artıyor.
Sibel Yılmaz günümüz öykücülüğünü aile, cinsellik, kadınlık halleri, annelik gibi belirli temalar etrafında toparlarken eleştirel bakışını da esirgememiş. Hatice Meryem’den Melisa Kesmez’e, 2000’li yıllarda ürün veren yirmiyi aşkın öykü yazarını incelediği yazısında, gördüğü bazı genel kusurlara da değiniyor: “Örneğin birçok meseleyi aynı anda anlatma, mesaj verme ve didaktizme yenik düşme tehlikesi söz konusu. Ben anlatıcının ağzından yazılan öyküler, bir günlük ya da anı aktarımına dönüşebiliyor zaman zaman.”
Feminist edebiyat eleştirisinin gündemlerinden biri de kadınların kaleminden çıkan; edebi kanondan dışlanmış veya malum nedenlerle yeterince önemsenmemiş eski metinlerin keşfedilmesi. Senem Timuroğlu’nun, Nezihe Muhiddin’in Güzellik Kraliçesi romanını gün ışığına çıkardığı o nefis dosya yazısı -burada değinemediğim diğer yazılarla birlikte- okurların dikkatini bekliyor.
[i] Virginia Woolf, Kendine Ait Bir Oda, çev. Suğra Öncü, İletişim Yay., İstanbul, 2005, s. 82.