Yüzyıllardır sadece bir isim olan Lavinia ete kemiğe bürünüyor Ursula Le Guin sayesinde ve Roma’nın ilk temellerinin atıldığı yıllarda yaşayan kadınları getiriyor evimize.
Destanlara ilgisi olanlar bilir. Daha doğrusu destanları kadın bakışıyla okuyanlar bilir: Destanlar erkektir. Erkekler tarafından yazılmıştır. Savaşan erkeklerin kahramanlıklarını anlatır. Kadının, yaşamın sürmesini sağlayan doğurganlığının kutsal olduğu, soyun anadan çocuğa geçtiği zamanların gerilerde kalıp tanrıçaların hüküm sürdüğü zamanlardan tanrıların ve savaşların egemen olduğu zamanlara gelindiğinde, destanlar kadınlara kapanmıştır çünkü. İşte bu zamanlarda, antik şair Vergilius, Romalıları övmek için bir destan yazar: Aeneas. Troya’nın düşmesinden sonra ailesi ve diğer savaşçılarla birlikte Akdeniz’e açılıp kendisine yeni bir vatan arayan Aeneas’ın kahramanlıklarının destanıdır Aeneas. Aeneas uzun deniz yolculuğu sonucu İtalya’da Tiber ırmağına ulaşır ve buradaki yerli halklarla mücadele eder. Tiber kıyısındaki Laurentum’un kralı Latinus’un bir kızı vardır: Lavinia. Destanda sadece bir isim olarak yer alır Lavinia.
Lavinia[1], benim geç tanıştığım, tanıştıktan sonra Kadınlar Rüyalar Ejderhalar[2]’ını başucumdan ayıramadığım Ursula Le Guin’in son romanı. 2008’de okuruyla buluştu. (Türkiye’de 2009’da.) Ursula Le Guin, erkeklerin egemen olduğu, erkeklerin kahramanlıklarının anlatıldığı, erkekler tarafından yazılan bir destandan çıkarıp almış Lavinia’yı. Kadim zamanları anlatan bir destan Aeneas. Roma’nın kuruluşunu, ilk Romalıları oluşturacak erkeklerin kahramanlıklarını anlatıyor. Anlatıyor ama kahraman (!) Romalıları doğuran kadınlardan hiç söz etmiyor. İşte bu duruma kayıtsız kalamıyor Le Guin ve Lavinia’ya ses veriyor, sözünü söyletiyor.
Lavinia bir kadın, Kral Latinus ile Ardea prensesi Amata’nın kızı. Savaşların, kılıç seslerinin arasında tanrılara tören düzenleyen, gündelik yaşamın sürmesini sağlayan, kadınlarla kırlarda dolaşan, dağları aşıp nehirleri, gölleri gören, acı çeken ve büyümeye çalışan bir kadın. Ursula’nın diğer romanlarındaki kadınlar gibi.
Destanda Lavinia, kehanetlere uyarak Troya kahramanlarından Aeneas’ın eşi oluyor. Ve nokta. Bu kadar. Sadece bu kadar… Ne yaşamış, neler hissetmiş, neler söylemiş, neleri kabul etmiş ve nelere karşı çıkmış… Hiçbiri yok. Sadece bir isim.
Ataerkil toplumun sunduğu ve kabul gören eril dili reddeden Ursula Le Guin, Lavinia’yı destandan çıkarıp alıyor, sesini veriyor, sözünü söyletiyor.
“Varlığım yüzyıllar boyu sürecekse eğer, en azından bir kerecik ortaya çıkıp konuşmam gerekir. Şairim bana hiç söz hakkı tanımadı. Sözü ondan almak zorunda kaldım”(2014 s.14) diye söze başlar kitapta Lavinia. Ve devam eder: “Spartalı Helen gibi bir savaşa neden oldum. O, onu isteyen erkeklerin kendisini almasına izin vererek savaşa neden olmuştu. Ben ise alınıp verilmeyi kabul etmediğim, kendi erkeğimi ve kaderimi kendim seçtiğim için savaşa neden oldum. Seçtiğim erkek ünlüydü, kaderse belirsiz; hiç de fena bir denge değil”(2014 s.14).
“Genç bir kızken benimle evde karşılaşmış olsaydınız, şairimin çizdiği muğlak portremin, balmumu tablet üzerine pirinç bir iğneyle çizilmiş gibi duran portremin gayet münasip olduğunu düşünebilirdiniz: Bir kız, bir kral kızı, evlenecek yaşa gelmiş bir bakire, iffetli, sessiz, itaatkâr, bir erkeğin iradesine baharda sürülmeye hazır bir tarla kadar hazır bir taze”(2014 s.15). Bu alıntıda da görüldüğü gibi Lavinia’ya sadece sözünü söyletmiyor Ursula. Sözünü söyletirken aynı zamanda kadın olarak yerinin, günümüzde kadınların oturtulmak istendiği yerden pek de uzak olmadığını gösteriyor. Kadınların toplumdaki yerlerinin nasıl olması gerektiği, nasıl davranmaları gerektiği, kısaca yaşamlarını nasıl sürdürmeleri gerektiği konusuna bir alıntı da Lavinia’nın annesinden. Anne Amata, kadınların da eril zihniyetin aktarıcısı olabileceğini bir kez daha hatırlatıyor bize kızına evlenme baskısı yaparken söyledikleriyle: “…ama şunu bil, Turnus’la evleneceksin ve Ardea’nın kraliçesi olacaksın. Ağlayıp sızlanmana gerek yok. Turnus’u beğenmiyorsan merak etme, o da senin için ayılıp bayılmıyordur belki, siyasi bir evlilik bu, tecavüz değil. Bir kız tek bir şeye yarar, evlendirilmeye, sen de diğer kızlardan farklı veya onlardan daha iyi değilsin. O nedenle benim yaptığımı yap, görevini yerine getir” (2014 s.85).
Lavinia sesine, sözüne kavuşunca destanın kahramanları erkekler ikincil oluyor birden. Yüzyıllardır sadece bir isim olan Lavinia ete kemiğe bürünüyor Ursula sayesinde ve Roma’nın ilk temellerinin atıldığı yıllarda yaşayan kadınları getiriyor evimize. Şair Vergilius yerine, yani bir erkek yerine kadın yazarın bir destanı nasıl yazabileceğini gösteriyor bize Ursula.
Kitabı kısaca özetleyecek olursam; Soyağacını yukarıda verdiğim Lavinia, iki oğlunu kaybettikten sonra deliliğin sınırına gelen bir anne ve tüm sevgisini kızına vermiş onurlu ve adil bir kral olan babaya sahip. Yaşadıkları coğrafya kaynayan bir kazan ve evlilik çağına gelen Lavinia taliplerinden birini seçmek zorunda ki, kazanın altındaki ateş biraz azalsın… Ancak Lavinia babasından aldığı güçle seçimini, seçim yapmamaktan yana kullanıyor. Babasıyla dolaştığı ormanın derinliklerinde, bir gemiyle yolculuk eden ve ölmek üzere olan şairinin görüntüsüyle karşılaşıyor. Şairi, bir anda yazdığı destanın içinde buluyor kendini ve ses vermediği Lavinia’nın karşısında.
Ve Lavinia’yı tanıdıkça ne kadar güçlü bir kadın olduğunu anlıyor, yazmadıklarından pişman oluyor Vergilius. İnsanların, yıldızlara, kutsal ateşlere, kuşların seslerine, denizin dalgalarına ve rüyalara kulak verdiği, kehanetlerde bulunup yaşamın kehanetlere uygun bir şekilde akabildiği bir çağda yaşadığı için okuduklarımız hiç şaşırtmıyor bizi. Zamanın birbirinin içine geçtiği bu kurguda, şairiyle destanı tartışıyor Lavinia. Kendisine isim vererek bir anlamda tarihe katan ama ses vermeyen, kendisini güzel ama ürkek, sessiz olarak tanımlayan şairiyle konuşuyor Lavinia. Kimi zaman onu anlamaya çalışıyor ancak sitemi daha fazla…
Destandaki bazı bölümleri eleştiriyor, şairi de “Onları çıkarabilirim, değiştirebilirim eğer izin verirlerse” diyor, Lavinia’ya gereken önemi vermemenin pişmanlığıyla. Sizi engelleyen ne, diyor Lavinia. Şair yanıtlıyor: “Tanrılar, kaderim, dostlarım, Augustus”. Böylece Ursula, tarihin, nasıl, kimler tarafından, kimlerin ve nelerin etkisi altında kalınarak yazıldığını örneklerken şairin karşısına, destanını değiştirmeyi düşündürtecek güçte bir kadın koyarak kadınlara ses veren, kadın sözü yazan bir yazar olduğunu da bir kez daha gösteriyor.
Son olarak kitap hakkında Ursula Le Guin’in sözlerini aktarayım: Vergilius’u dünyanın en büyük şairlerinden biri olarak niteliyor yazarımız. Ve Lavinia’yı şaire minnet borcu olarak sunuyor. Kitapta destana birebir sadık kalmaya özen gösterdiğinin altını çizerek “Bu hikâye asla Aeneas’ın hikâyesini değiştirmek veya onu tamamlamak değil. Hikâyesindeki yan karakterlerin birinden yola çıkılarak yapılmış düşsel bir yorum” diyor. Ne kadar alçakgönüllü değil mi? Ama Ursula Le Guin değil mi zaten kimsenin duygularını incitmeden, mümkün olduğu kadar çok şeyi altüst etme yolunda emin adımlarla yürüyen.
[1] Le Guin, Ursula, Lavinia, Çeviri: Gürol Koca, Metis Yayınları: İstanbul, 2014.
[2] Le Guin, Ursula, Kadınlar Rüyalar Ejderhalar, Derleyen: Bülent Somay, Müge Gürsoy Sökmen, Metis Yayınları: İstanbul, 2015.