Kadın, kadınlığının yüzüne vurulmasından hoşnut olabilir mi? Yani biz tüm bu ikincil ya da düşük sıfatlarıyla birlikte andığımız cinse mensup kimseleri yine bu sıfatların tümünü akla getiren bir kelime ile çağırabilir miyiz? Bu nezakete sığar mı?

Ana Mendieta

‘Dişi’nin tınısını, sesçil gücünü oldum olası sevmem bir yana, anlamı ve kullanımıyla ilgili, uzun zamandır zihnimde çevirdiğim ama önemsediğimden, kelimelere döküp yayınlamak için doğru zamanı beklediğim bir düşüncem var. Dillendirdikten sonra yaymam, yayarken de var gücümle destekçisi olmam gerektiği için “doğru zaman” diye üstten bir deyim kullanmış olsam da zamanın doğruluğuna dair bir inancım yok.

Yine de umudum var. Şöyle ki, son yıllarda önce feminist çevrelerde filizlenen, sonra şaşırtıcı biçimde yayılmayı, böylelikle neredeyse ana akım olmayı başaran bayan-kadın tartışması bana aslında doğru argümanlarla ve inatla bir yanlışın peşine düşerek günlük hayatta değişim yaratmanın ne sandığım kadar imkansız olduğunu, ne de yıldıracak denli uzun zamana ihtiyaç duyduğunu gösterdi. Bu umut da olmasa, düşüncede de olsa bize ferahlık vermese, tavan gerçekten burnumuzda.

Öncelikle bayan-kadın tartışmasını özetlemek istiyorum ki buradaki parametreler benim uyandırmak istediğim dişi-kadın tartışmasının da temellerini oluşturuyor.

Kadın’, sözlükteki ilk anlamı itibariyle insan (homo sapiens) türünün erişkin dişilerini tanımlamakta ve erişkin erkek insan anlamına gelen adam’ kelimesinin dişil karşılığı olarak kullanılmaktadır. Biyolojik türlerin cinsiyet gruplarına verilen isimler sadece insan ile sınırlı değildir. İnsanlar nemalandıkları ya da besledikleri, bu sebeple üremelerini ve dolayısı ile cinsiyetlerini önemsedikleri başka hayvan türlerine de cinsiyete ve yaşa göre değişen farklı isimler vermişlerdir. Sığır için kullanılan inek ve boğa, keçi için kullanılan anaç keçi ve teke, koyun için kullanılan koç ve marya bunların en yaygınlarına örnek olarak verilebilir.

Adam’ ve kadın’ kelimelerinin kullanımlarında dişil olanın tam olarak utanılacak diyemesek de yüze hafif pembelik getirmeye muktedir bir kelime olduğuna ve toplumun genelinde yaygın olmakla birlikte özellikle mutaassıp çevrelerde ve belirli seviyede kibarlığı gözetmeye çalışan ortamlarda kullanımından daha bir şevkle kaçınıldığına hepimiz şahidiz. Bayan-kadın tartışmasını yaratan ve palazlandıran neden de bu kaçınma ve utanç, ya da daha doğru ifade edersek bu utancın sebebidir. Sorguladığımda, bu sebebin iki temel başlık altında toplanabildiğini görüyorum. Ancak devam etmeden evvel, konunun salt bir kelimenin atıllığı ya da yanlış kullanımı ile ilintili olmadığını, aynı zamanda yerleşik ve hastalıklı bir algıya karşı direnişi temsil ettiğinin altını çizmek istiyorum.

Ahlak: Kadının cinselliğini, rolünü ve önemini unutmaya yönelik çaba

Bu başlığı açımlamaya çalışırken konunun tarihi, sosyolojik ve biyolojik yükü ve karmaşıklığını bir iki paragrafa sığdırmakta güçlük çekecek olmama rağmen, giriş mahiyetinde de olsa en azından hissettirmeyi deneyeceğim. Burada değindiğim bilgiler ve çözümlemelerin temelini sorgulayanlara ya da daha etraflı ve doyurucu bir kaynaktan okumak isteyenlere Fatmagül Berktay’ın değerli eseri Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın’ı öneririm.

Yerleşik tarım toplumlarında mülk edinme ile paralel olarak kadının kabileler arasında değiş tokuşunun ortaya çıkması ve bir alışveriş pratiği haline gelmesi kadını nesneleştirmiş ve bir mala dönüştürmüştür. Mülkiyetin miras yoluyla babadan oğula geçmesini güvence altına alan ve dolayısıyla dişil cinselliğin denetimini erkeğe veren ataerkil aile kurumlaşmış, yasalara geçirilmiş ve devlet güvencesine kavuşturulmuştur. Yani kadınların cinselliği adamların (öncelikle babanın, sonra da kocanın) malı olarak belirlenmiş ve üzerinde pazarlık yapılabilen ekonomik bir değere dönüşmüştür. Toplumda mülk sahipleri olarak yükselen adamlar, böylelikle kadın bedenini denetleme ve onun üreme/cinsellik hizmetlerinden yararlanma haklarının da sahibi olmuşlardır (bknz: başlık parası, bekaretin önemi, kürtaj hakkı).

Kadın cinselliği ve bedeninin bir “değer” olarak korunması ve adamlar tarafından mülk edinilmesi yazılı olmayan yasalarla (örf, adet ve gelenekle) da sağlama alınmış ve buna bir örnek vermek gerekirse ülkemizde kimsenin yabancılık çekmeyeceği ve kontrol gücünü yadsıyamayacağı “namus” kavramına dönüşmüştür. Denklem gereği namusun da sahibi erkektir ve kadından sorumlu adamlar (baba, ağabey, koca, kardeş, oğul) tarafından fiziksel ve psikolojik şiddet vasıtasıyla korunur, zaman zaman da kadını öldürerek, bedenini ortadan kaldırarak “temizlenir”.

Farklı din veya kültür pratikleri benimseseler de tüm ataerkil toplumlarda izlek, kadın bedenine el konulması ve onun diğerlerinden/toplumdan korunması olarak belirmiş ve zaman içerisinde farklı ahlak örüntüleri içinde de olsa kadının toplumsal hayattan tecridini ve kapatılmasını şart kılmıştır. Bu sosyal hayattan ihraç fiziksel düzeyde olduğu kadar düşünsel düzeyde de gerçekleştiğinden, kadının anılmasından duyulan sıkıntı kadın’ kelimesinin kullanımının azaltılması ve cinsiyet ve anlam yükü daha düşük eşlenikleri ile değiştirilmesi olarak kendini göstermiştir.

Kibarlık: Kadının toplumsal statüsünü yüzüne vurmama

Kadın; ki ikinci sınıf, adamın gönül indirmediği işleri yapan, toplum yaşantısına katılması sınırlı ya da yasak, çoğu imtiyazdan uzak ve eve mahpus hali bazen kanunlar, bazen din, bazen gelenek ile meşrulaştırılan, fiziksel, akli ve ahlaki olarak düşük sayılan ve aşağı görülen kadın; kadınlığının yüzüne vurulmasından hoşnut olabilir mi? Yani biz tüm bu ikincil ya da düşük sıfatlarıyla birlikte andığımız cinse mensup kimseleri yine bu sıfatların tümünü akla getiren bir kelime ile çağırabilir miyiz? Bu nezakete sığar mı?

Fakir birinin karşısına geçip “Hey sen, fakir!” demediğimiz, köre kör, topala topal diye seslenmediğimiz gibi kadına da kadın dememek yine benzer bir dürtüden sebeplenmektedir. Ki kadın’ın, küfür jargonunun hemen tümüne konu olan cinsel rolü de bu toplumsal algıya eklendiğinde kelimenin nasıl olup da kullanıldığı zaman yüz kızartabildiği ve insanların kibarlık derken neyi kastettikleri bir miktar daha anlaşılır hale gelir.

Ancak zavallı kadınların bile nihayetinde adlandırılmaya ihtiyacı yok mu? Haklarında nasıl konuşulacak? Cinsiyet anlamından mümkün olduğunca soyutlanmış, tarihi ve bu sebeple de gereksiz anlam yükü olmayan bir kelimeyle: Bayan!

Bu sıkıntı verici soruna bir çözüm olarak sunulan değişim uzun zaman idare etti, hakkını vermek gerek. Ta ki, kadınlar cinsiyetlerine atfedilen ikincil ve düşük sıfatlarla yüzleşmeye, bunları reddetmeye ve yeni bir toplum düzeni talep etmeye başlayana kadar. Bu süreçte niçin kadına kadın’ denmemesinin sorgulanmaya başlanması, toplum dimağındaki birtakım sıkıntıları ortaya çıkardığı için önemlidir. Bayan-kadın çekişmesinde kadın’ kelimesinin kullanımının yaygınlaşması ve çağrıştırdıklarının utanılacak şeyler olmadığında diretilmesini bir ilk zafer olarak algılıyor ve bu tartışma ve yüzleşmeyi bir adım ileri taşımak istiyorum.

Pekiyi ya ‘dişi’?

Dîvânü Lugati’t-Türk’te, ‘tışı (dişi)’ kelimesinin hem dişi hem de kadın anlamlarında kullanıldığı bilinmektedir. Nitekim ‘dişi’ eski Anadolu Türkçesi’nde de yaygın olarak ‘dişi kişi’ (‘er kişi’ nin dengi) olarak kullanılmış ve bazı örnekleri günümüze kadar gelmiştir (dişi kalayık: kadın işçi, dişi kalek: kadın hizmetçi). Ancak günümüzde tabanını yitirmiş ve kullanımı da oldukça daralmıştır.

Anlamca denk olan kelimelerin (erkek’dişi’, adam’kadın’, bay’-‘bayan’, bey’hanım’…) dilde benzer seviyelerde kullanılması beklenir. Ancak dişi kelimesinin insan bağlamında hepten tedavülden kalktığını, yerine kadın’ kelimesinin anlam kayması yaşayarak biyolojik cinsiyet tanımlarken erkek’ kelimesinin dengi olarak kullanıldığını görmekteyiz. Erkek’kadın’ kelimelerinin denk kullanımı, yanlış olduğunu aklımıza dahi getiremeyeceğimiz, hatta doğruluğunu savunabileceğimiz kadar yaygındır. Nitekim benzer ama tersinden bir kayma erkek’ kelimesi için de geçerli olup kelime hem biyolojik cinsiyeti hem de ‘adam’ın yerine insan türünün erkeğini betimler hale gelmiştir.

Bu kaymaların nedenini sorguladığımda tekrar kadın’ kelimesinin bayan’ ile değiştirilmesindeki sebeplere varıyorum: dişil cinsiyetin düşük kabul edilmesi, cinselliğinin toplum seviyesinde hatırlanmak, anılmak istenmemesine karşın eril cinsiyetin yüksek kabul edilerek onunla ilintili her şeyin abartılarak sunulması, tekrar edilmesi, altının çizilmesi. Hatta o kadar ki, haliyle üreme ve cinsel faaliyetleri de akla getiren dişi’ kelimesinin bu sebeple biyoloji kitapları, hayvan mağazaları veya doğa belgeselleri dışına hemen hiç çıkamaması karşısında yine aynı değer ve anlamda olan erkek’ kelimesi adam’, oğlan’ ya da bay’ gibi kelimelerin büyük ölçüde yerini almış ve kullanımını genişletmiştir.

Yine eril bakışın ve statünün korunması dahilinde dişi’ ve kadın’ kelimelerinin kullanımındaki daralma ile aynı kaderi paylaşan oğlan’ kelimesini hatırlamakta fayda var. Oğlan’ kelimesi, henüz yetişkin olmayan erkek birey anlamını taşır ve kız’ kelimesinin eril eşleniği olarak kullanılır. Ancak oğlan’ aynı zamanda yumuşaklığı, tazeliği, olmamışlığı (dişi ile bağdaştırılan birtakım özellikler) ve son kertede de eşcinselliği çağrıştırır şekilde kullanıldığından artık misal ergen yaştaki bir genci betimlemek için bile kullanılmasının hakaret olarak algılandığı ortadadır. Kelimenin gittikçe seyrelen kullanımı ise yerini ‘erkek çocuk’ veya ‘delikanlı’ya bırakmaktadır.

Biz henüz ‘kadın’ ile olan derdimizi halledememişken, taşların yerine oturması adına ve belki de şımarıklık edip sıradakini, denk kelimelerin denk anlamlarda kullanılmasını istiyorum. Dişi’ kelimesi muhtemelen çağrışımındaki cinsellik yükü sebebiyle kadın’dan çok daha önce tedavülden kalkmış, saf ve kuvvetli bir kelimedir. Ancak zaman zaman cümle içerisinde kullandığımda, karşımdaki kişinin hızlı bir şekilde çapkın bakışlara evrilen şaşkınlığını bu çağrışımın bizi ne kadar rahatsız ettiğinin kanıtı olarak görmekteyim.

Dil bir ifade aracı olduğu kadar bir düşünce aracıdır da. Toplum evet, dili oluşturur ama aynı zamanda dil tarafından oluşur. Dili ile ve dili kadar düşünür. Erkeklikle ilişkilendirilmeyen her şeyin toplum hayatından sürülmesi ve daha aşağıda, daha kirli ve daha karanlık bir yerde konumlandırılması ne insani ne de bilimseldir ve düzeltilmesi gerekir. Erkek olmayanın toplumdaki yeri ve hakları, onları da birer insan olarak algılamadıkça ve cinselliğimiz üzerindeki katı hiyerarşiyi kırmadıkça normalleşmeyecektir. Erkekliğin yüceltilmesi sonucunda erkeğe yakın anlamların telaffuzunun meşru ve makbul, uzak anlamların telaffuzunun ise utanç verici sayılması durumunu hazmedemiyorum, hazmetmiyorum. Zira yüce erkekliği ve aşağı na-erkekliği kabul etmiyor, bu algı ile savaşıyor ve algıyı değiştirmenin dili değiştirmekten geçtiğini biliyorum. Bu sebeple, konu hakkında düşünmemiş ya da onu içselleştirmemiş olanların “incir çekirdeğini doldurmayan” tanımlamasını şiddetle reddediyor ve kınıyorum. Ve gün gelip bugün dert edinmek zorunda olduğumuz birçok konunun önemini kaybedeceği, cinsel kimliğin bu kadar derin bir yara olmayacağı, sadece ikili sistemde değil, çoklu sistemde tanımlamaların rahatça yapılabileceği ve nihayetinde tüm bu tanımların da önemini yitireceği günlerin özlemini çekiyorum.

1 Yorum

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.