Irkçılık ve cinsel taciz, Türkiye’de yaşayan siyah tenli kadınlar için âdeta günlük akışın sıradan(laştırılmış) bir parçası! Nasıl oluyor da hâlâ “Türkiye’de ırkçılık yok” gibi bizzat ırkçılığı yeniden üreten klişeleşmiş ırkçı bir iddianın yeterince üzerine gitmiyoruz?

Görsel için bkz. www.aclu.org

Irkçılık, bu ülkenin [Amerika] dokusuna derinlemesine işlemiş ve biz bu ırkçılığı ortadan kaldırma sürecini başlatmanın yollarını bulmaya çalışıyoruz – Angela Davis, 2020.

2018 yaz başlangıcıydı. O zamanlar İstanbul Üniversitesi Kadın Çalışmaları’nda yüksek lisans yapıyordum. Bir gün yine okul çıkışı Vezneciler durağından tramvaya bindim. Her zamanki gibi tıklım tıklımdı. Kapının hemen dibinde, ayaktaydım. Aynı duraktan bindiğimizi fark ettiğim siyah bir kadına tramvayın kapısı kapanırken kapıya sıkışabileceğini düşünerek gayet insanî bir refleksle ve sadece “dikkat et” (“be careful”) dedim. Çok şaşırdı ve hemen ardından bana “Sen Türk müsün?” diye sordu. “Evet, Türkiyeliyim,” dedim. “Çünkü onlar bize hiç iyi davranmıyorlar,” diye dert yakınırcasına ve de ırkçılıktan bıkmış bir simayla konuşmaya devam etti. Biz kendi aramızda daha şu birkaç cümleyi kurmuşken arkasında duran, fiziksel olarak orta yaşlı diye tabir edilen yaş kategorisinden bir adamın kendisini taciz ettiğini söyledi. Bense, şaşırmış bir halde -çünkü her ne kadar her an taciz edilme korkusuyla sokağa çıksak da İstanbul’un “göbeğinde” siyah bir kadının o anda fiziksel olarak taciz edilmesini ve benim de bu tacize tanık olabileceğimi beklemiyordum- acaba ne yapmalıyım diye hemen düşünmeye koyuldum. O sırada hızlı hızlı sadece “Bak işte böyle oluyor,” dediğini hatırlıyorum. Neler olduğunu ve tam olarak ne yapmam gerektiğini ona nasıl yardım edebileceğimi anlayamadan -ki benden konuyla ilgili herhangi bir talebi olmadığını belirtmeliyim- Yusufpaşa durağında “İnmem gerekiyor,” deyip indi.

Yukarıda betimlemeye çalıştığım şu kısacık konuşma ve olay çok değil, sadece birkaç dakika içinde gerçekleşti. Ve belki de bu olayda en azından bana göre en can sıkıcı olan nokta ırkçılık ve cinsel tacizin, gündelik hayatımızın içine bu denli işlemiş ya da rutinleşebilmiş olması. Bunu biraz daha rahatsız edici bir şekilde söylemem gerekirse: Irkçılık ve cinsel taciz, Türkiye’de siyah tenli kadınlar (literatürde yaygın olarak ve aslında beyaz olanın dilinden bir kullanım olan “Beyaz olmayan kadınlar” diye geçiyor) için âdeta günlük akışın sıradan(laştırılmış) bir parçası! Yani ırkçı patriyarka her an her yerde!

Bazen çeşitli mecralarda Türkçe dilinde yazılan ya da söylenen “Türkiye’de ırkçılık yok” gibi oldukça ırkçı bir ifadeye rastlıyorum. Nefretin (ve ayrıca nefret söyleminin “kendinden ya da kendi gibi olmayan”a karşı kol gezdiği ya da Türkiye açısından daha çok “Sünni Türk ve/veya anadili Türkçe olmayan”a karşı da denilebilir) muhalif olan herkes için ayyuka çıktığı, kendi gibi olmayana yönelik kötülük ve düşmanlığın had safhalara ulaştığı, farklı görüşlere sahip olan herkes için özellikle politik açıdan yüksek gerilimli, kadın cinayetlerinin son bul(durul)madığı, ısıtılıp ısıtılıp sütyensiz memelerimizin dahi cinsiyetçi bir şekilde tartışma konusu yapılarak gündeme getirildiği yani kısacası burada saymakla bitiremeyeceğim daha nice ırkçılık, kendi gibi olmayan düşmanlığı (xenofobi de diyebiliriz buna), cinsiyetçilik vb. gibi sorunlara her an her yerde oldukça da “yaratıcı” bir şekilde sahne olan, makbul olmayan herkesin ansızın ve bir şekilde “nasibini” aldığı bir ülke değil mi burası? Hâl böyle olunca “Pardon ama siz hangi Türkiye’de yaşıyorsunuz?” diye sormadan edemiyor insan. Çünkü bu, tam da Türkiye’de var olan ırkçılığın üstünü örten bir ifade ve en azından olmadığı değil de bunun nasıl var olduğu düşüncesinden yola çıkarak ırkçılığın, kendi gibi olmayan düşmanlığının, cinsel tacizin ve hepsi birbirinden sevimsiz daha nice kökleştirilmiş toplumsal meselenin seyrini yeniden düşünmeye başlayabiliriz, başlamalıyız da zaten. Bunun tanınması, konuşulması ve nasıl dönüştürülebileceği üzerine enine boyuna düşünülmesi gerek.

19. yüzyılda popüler hale gelen, 20. yüzyılın ortalarına dek neredeyse hiç tartışmasız devam eden kafatası ölçümleri (“ideal tip”) ne yazık ki Türkiye’de de vuku bulmuştu. Kafatası hacimlerini ölçen tekniklerle Avrupalı olan olmayandan ayrılırken -büyük kafatasına sahip olmanın erkekleri daha üstün hale getirdiği iddia edilerek- kadınlar da zekâ açısından erkeklerden ayrılıyor ve böylece kadınların “geri” veya “gelişmemiş” olduklarına kılıf uyduruluyordu. Yine tarihten bir örnek vermem gerekirse, Avanzade Mehmed Süleyman 1916’da yayımlanan çalışmasında, kafa ölçüleriyle Osmanlı’da kadın sorunu arasında bir ilişki kurmuş ve toplumsal cinsiyet ırkçılığıyla kadının erkekten daha aşağı bir mahluk olduğuna kanaat getirerek antropolojik verilerle kadının ikinci sınıf bir mahluk olduğunu “kanıt”lamış, bunu da kadınların beyinlerinin “hafif” (dimağ) olmasına yormuştu (Toprak, 2012: 295-296). Ayrıca “Tüm Anadolu halklarının Türk olduğu iddiası” ile “Türk ırkının Avrupalılarla kıyaslandığında daha üstün olduğunu kanıtlamak yeni bir devlet olarak bağımsızlık ve saygınlık kazanmak adına çok önemli görülmüştü” (Maksudyan, 2016: 159, 165).

Bugün ırkçılık denilince akla en çok Amerika geliyor malum. Çok değil daha geçtiğimiz 7 Nisan 2022’de ilk kez bir siyah kadının -Ketanji Brown Jackson- Amerika’da Yüksek Mahkeme yargıcı olup olmamasıyla ilgili ırkçı, cinsiyetçi tartışmalara tanık olduk ve maalesef coğrafi bölge, sosyoekonomik durum fark etmeksizin dünya ülkelerinin tamamında olmaya da devam ediyoruz. Ama ben yine de bunun Amerika’ya mahsus bir toplumsal meseleymiş yanılgısına düşmememiz gerektiğinin altını tekrar çizerek Türkiye’de de rastladığımız -hatta fazlası var eksiği yok diyeceğimiz- benzer olaylardan örnekler vereyim. 1955’te beyaz bir erkeğe yerini vermeyen Rosa Parks’ın öncülük ettiği Montgomery otobüs eylemini birçoğumuz biliyoruz. Yani bundan 67 yıl önce siyahların toplu taşımada oturmasına izin vermeyen ırkçılık yasası, sanki resmi olmayan bir şekilde Türkiye’de işlemeye devam ediyor. Toplu taşımada sırf siyah tenli bir kadın olduğu için “yüksek sesle konuştuğu” gerekçesiyle keyfi eril uyarmalara, oturmasından rahatsız olup da bakışlarını dikenlere, örneğin, kıvrımlı vücut hatları, büyük dudaklar, iri memeler ve çıkık popo vb. siyah kadınlarla ilgili birtakım ırksallaştırılmış özelliklerle siyah kadınların hem cinselleştirilmesine (sexualization) hem de yine siyah kadınlara yönelik cinsel tacizin meşrulaştırılmasına artık bir dur demek gerek. Son birkaç yıldır her kesimden insandan ve sıklıkla duyduğum “Aksaray’da beyaz insan kalmamış. Hep zenci” ifadesine ne demeli! Bugün bunların sadece Amerika ve Avrupa’da değil, Türkiye’de de yaşandığını biliyoruz ama nasıl oluyor da hâlâ “Türkiye’de ırkçılık yok” gibi bizzat ırkçılığı yeniden üreten klişeleşmiş ırkçı bir iddianın yeterince üzerine gitmiyoruz?

Yazı aracılığıyla herkesi, Türkiye’de siyah kadınlar, LGBTİ+’lar, çocuklar, yaşlılar ve engellilerin -ya da tam tersi ve etnosentrik bir kullanım olan “Beyaz olmayanlar”ın- gündelik hayatta yaşadığı ve bizim de aslında yakından tanık olduğumuz ırkçılığı, kendinden ve kendi gibi olmayan düşmanlığını, cinsiyetçiliği ve cinsel tacizi konuşmaya davet ediyorum. “Türkiye’de ırkçılık yok” ya da “Türkiye’de ırkçılık var ama Amerika, Avrupa veya Ortadoğu ülkelerindeki kadar değil” gibi kıyas cümleleri, ırkçılığın bizzat üstünü örterek bunu yeniden üretiyor. Bu ifadeleri, “Türkiye’de ırkçılık kendini nasıl var ediyor, gösteriyor?”, “Siyah kadınlar, LGBTİ+’lar, çocuklar, yaşlılar ve engelliler kısacası tüm göçmen ve mülteci olanlar ten rengine ve fiziksel özelliklere dayalı ayrımcılığı, cinsiyetçiliği ve cinsel tacizi nasıl deneyimliyor?”, “Başa çıkmak için neler yapabiliyor ya da nasıl ve niçin mücadele ed(e)miyorlar?” gibi sorularla değiştirerek işe başlamak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü yok saymak ırkçılığı ve cinsel tacizi ortadan kaldırmadığı gibi aksine bir de üstünü örtüyor ve bunun her geçen gün çok daha fazla kökleşmesine neden oluyor.

İlgili hashtag’ler takip edilebilir:

#SayHerName

#BlackWomen’sLivesMatter

#BlackLivesMatter

Kaynakça

Maksudyan, N. (2016) Türklüğü Ölçmek: Bilimkurgusal Antropoloji ve Türk Milliyetçiliğinin Irkçı Çehresi 1925-1939. İstanbul: Metis.

Toprak, Z. (2012) Darwin’den Dersim’e Cumhuriyet ve Antropoloji. İstanbul: Doğan Kitap.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.