25 Ekim 2016’da Gültan Kışanak gözaltına alındı. O zamandan bu yana Gültan cezaevinde olsa da, yazmaya ve üretmeye devam ediyor. Gültan’ın hayata tutunduğunu dışarıya yolladığı mesajlardan, gülüşünü hiç eksik etmediği fotoğraflarından biliyoruz. Sonraki duruşma 13 Ocak 2020 Pazartesi saat 10.00’da Malatya Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek. Mektup ve kart yollamak isteyenler için adres: Kocaeli 1 nolu F tipi ceza infaz kurumu cezaevi PTT şubesi İzmit/ KOCAELİ.

Gültan’ın kızı E. Jiyan’la Gültan’ı, cezaevini, dava sürecini konuştuk.

 

Önce 25 Ekim 2016’dan başlayalım. Nasıl yaşadınız o günü ve tutuklanma sürecini?

25 Ekim 2016 tarihinde, annem, “TBMM Darbe Araştırma Komisyonu”nda dinlenmek üzere davet edilmişti, kendisi de katılmıştı bu davete. Gün boyu sosyal medya gibi çeşitli kanallardan, canlı yayınlardan izlemeye çalışmıştım. Epey sinir harbi olan bir görüşme olmuş gibi görünüyordu. Hatta annemin her şeye tebessümle cevap vermesini kaldıramayan biri can sıkıcı bir laf etmişti anneme. Unutmuyorum o anı. Akşam saat dokuz sularıydı sanırım, kapımız çalındı, erkekler ve kadınlardan oluşan bir grup polis ve özel harekatçı, kocaman silahlarıyla yüzleri de kapalı şekilde evimizin kapısındaydı. Amirleri olacak ki biri en önde duruyor ve elinde evimizi arama izni olduğunu söylediği bir kağıt tutuyordu. Elime alıp okumak istedim, “Ne gerek var, işte burada” deyip uzaktan şöylece bir göstermekle yetindi sadece. Avukatımızı bekleyeceğimizi söyledik, ulaşmaya çalışıyorduk ki avukatımıza, “Zamanımız yok bekleyemeyiz, komşunuzu çağırın içeri gireceğiz” dediler ve yan komşumuzun kapısını çaldılar. Komşumuzla beraber içeriye girdiler. Girerken galoş giydiler. Dikkatimi çeken ilk şey bu olmuştu sanırım. İçeri girince bir iş bölümü yapıldı hemen. Ben mutfakta tutanak tutan polisle bekleyecektim, babam da evde aramayı yapan polislere eşlik edecekti. Biri hızla mutfaktaki masaya kuruldu. Odalar aranmaya başlandı. Oturma odası, annemlerin odası, ortak çalışma odamız ve kütüphanemiz ve derken benim odam. Kadın olduğum için herkesin değil kadın bir memurun odama girmesi kararlaştırıldı fakat kamera kaydına da devam edildi. Pek bir manalıydı. Tabii bütün bunlar olup biterken telefonum çalıyordu sürekli. Herkes olayın şokuyla inanamayıp “Hayır canım, yok öyle bir şey,” diyerek yalanlayan bir konuşma yapmamı bekler gibi beni arıyordu. Ben de sanırım yine bütün iyi niyetimle “Ya annem de Ankara’ya gitmişti bugün, uçağı da inmiştir, gelir herhalde birazdan” diye bir cevap verirken karşımdakiler sırıtıyordu. Sosyal medyaya bakmak sonradan aklıma geldi ki annemi çoktan gözaltına almış ve de emniyet müdürlüğüne götürmüşlerdi bile. Arama bitti, babamla anneme giyecek bir şeyler, bir battaniye ve ilaçlarını hazırladık ve emniyet müdürlüğünün yolunu tuttuk. Önce ilaçlarını almak istemediler ama avukatlar bir süre sonra bu sorunu hallettiler. Beş gün gözaltı kararı vardı. O beş gün boyunca sanırım en çok düşündüğüm şey şu oldu, “Annem tutuklanırsa Diyarbakır’da 12 Eylül döneminde kaldığı ve korkunç şeylere maruz bırakıldığı Diyarbakır cezaevine götürülecek yine”. Beş günün sonunda adliyeye çıkarıldığında, sadece aile bireylerini içeriye, adliyeye aldılar ve sanırım yaklaşık on saat, belki de daha çok adliyede bekledik. Gece yarısıydı ya da olmak üzereydi ki, mesajlar gelmeye başladı. “Gültan Kışanak tutuklandı” diye haberler düşmeye başlamıştı. Birkaç dakika sonra birileri geldi, hatırlayamıyorum kim olduğunu, vedalaşmanız için izin verdiler, dedi. Yukarı çıktık. Bir koridor, onlarca polis. Annem koridordaki bir sandalyede oturuyordu. Tombiş, kır saçlı, en korkunç durumlarda bile yüzünden tebessümünü eksik etmeyen annem oradaydı. Beş gün bir asır gibi geçmişti. Görünce sarıldık. Karşımızda oturan üst düzey memur “sarılıp vedalaşmayın, daha karar çıkmadı belki de tutuklama kararı çıkmaz” dedi… Ve bir süre sonra koridora geldi karar. Tutuklama kararı çıkmıştı, son dakika haberlerinden sonra… Bir panik ve kargaşa anı oluştu. Hemen annemin etrafını sardılar. Merdivenden inerken bile bir çembere almış, öyle iniyorlardı merdivenleri. Bir elli boylarında, tombiş, beyaz saçlı, ellili yaşlarında, ömrünün neredeyse tamamını barışa ve eşitliğe adamış birinden neden bu kadar korkuyorlardı? Nereye götüreceklerini sorduğumuzda “uzak ve soğuk bir yere götüreceğiz” dediler. Ve böylelikle daha önce hiç gitmediğim, belki adını dahi duymadığım ve gitmeyi dahi hayal etmediğim Kandıra yolculuğumuz başlamış oldu.

Cezaevinde kadınlar neler yaşıyor? Koşullar nasıl?

Annemler tutuklanmadan 10-15 gün önce aslında bir erkek cezaevi olan Kocaeli 1 nolu F tipi cezaevinin bir bloğunu boşaltıp, pembeye boyayıp bir kadın cezaevine dönüştürmüşler. Ve annemler tutuklanınca da Kocaeli 1 nolu F tipi cezaevinde bulunan bu bloğa götürüldüler, böylelikle kadınlar ilk kez F tipi cezaevinde kalmaya başladılar. F tipi cezaevi ne demek? F tipi cezaevi “yüksek güvenlikli” demek. Baskının ve yasağın daha yoğun olması demek. Koğuşlarda en fazla üç kişinin kalabilmesi demek. Havalandırmalarının çok küçük olması, gazete, kitap yasağının daha fazla olması demek. (Şu an hala Kocaeli cezaevinde kitap yasağı uygulanıyor. Ve Yeni Yaşam gazetesi yasak.) Havalandırmalarında, görüş odalarında kameraların bulunması demek. Odalarda ocak yok, yemek pişirmek yasak, pişirilebilecek yiyecekler satılmıyor, örneğin çiğ yumurta satın alamıyorsunuz. Ayrıca televizyon ve buzdolabı paranız yoksa koğuşunuzda olmayan şeyler. Paranız yoksa içmek için temiz su, tuvaletinizi, banyonuzu temizlemek için hijyen malzemesi alamıyorsunuz. Çocuk doktoru yok. Hapisteki bir annenin çocuğu yanındaysa ve hastalanırsa, çocuk dışarıdaki bir hastaneye götürülüyor ve bu tür durumlarda anneler çocuklarıyla hastaneye gidemiyorlar. Tabii bunlar sanırım bütün cezaevleri için geçerli olan koşullar. Fakat Türkiye’deki hapishane algısı çok çarpıtıldığı için bunları da dile getirmek istedim. Ayrıca hapishanenin fiziksel koşulları açısından en çok kafaya taktığım şeylerden biri sanırım hapishane girişlerinde rampa olmaması. Tekerlekli sandalyede biri geldiğinde ya da yürümekte güçlük çeken yaşlı mahpus yakınları geldiğinde, o esnada orada bulunan başka mahpus yakınlarının destekleriyle, kucakta taşınarak merdivenleri çıkıp hapishanedeki yakınını ya da müvekkilini görebiliyor. Merdiveni çıktıktan sonra da tek kişinin zar zor sığdığı demir bir turnikeden geçmek gerekiyor. Tekerlekli sandalyeler bu turnikeden geçemediği için yine o an orada bulunan en genç ve en güçlü kişiler koltuk altlarından tutup insanları, sarılıp o daracık yerden eziyetle geçiriyorlar. Eski milletvekili Aysel Tuğluk’un annesi de yaşamını yitirene kadar kızını her görmeye geldiğinde bu duruma maruz kalıyordu. Ya da Sebahat Tuncel’in çok ağır hasta annesi de her görüşte aynı şeyi yaşamaya devam ediyor.

Gültan orada neler yapıyor, kimlerle birlikte kalıyor? Sevinçleri, hüzünleri, umutları…

Annemin şimdi koğuş arkadaşları Sebahat Tuncel ve Selma Irmak. Ama Figen Yüksekdağ, Çağlar Demirel, Edibe Şahin, Nurhayat Altun, Gülser Yıldırım, Aysel Tuğluk da Kocaeli 1 nolu F tipi hapishanesinde kalıyorlar. Bu kadınların hepsi, yüz binlerin, milyonların iradesi ile seçilmiş belediye başkanı veya milletvekili ve hatta bir dönem siyasi parti başkanlığı yapmış kadınlar. Şu anda Kürt siyasi hareketinin temsil ettiği siyasi partilerin bütün kadın parti başkanları tutuklu. Özellikle kadının ve kadın siyasetinin çok ciddi hedef alındığına en önemli kanıtlardan biri bu durum sanırım.

Annem yani Gültan Kışanak ise bu süreci çok yoğun bir üretme haliyle geçiriyor. Kürt Siyasetinin Mor Rengi diye bir kitap yazıp derledi. İki haftada bir Yeni Yaşam gazetesinde köşe yazısı yazıyor. Yine mahpus bir anne olan Gazel Bulut’un yazdığı Damlayan Masallar isimli masal kitabına, bana çocukken en çok anlattığı masalı yazdı. Şu günlerde bir film senaryosu yazıyor. Bitmek üzere. Çok büyük bir heyecan duyuyorum bu filme dair. Ayrıca başka kitap çalışmaları da var. Epeyce kitap okuyor ve yazıyor. Tabii bütün gününü de müthiş bir disiplinle organize ediyor. Sabah kalkıp sporunu yapıyor, sonra kahvaltı saati, kitap okuma, yazma, mektupları okuma ve cevap verme, köşe yazısı yazma, yemek saati, yine okuma saati derken epey yoğun geçiyor günleri ki görüşlere gittiğimizde “Çok yoğunum, işlerimi yetiştiremiyorum,” diye tatlı tatlı söyleniyor. Barışa ve eşitliğe olan inancı hiç eksilmiyor.

Gültan uzun zamandır aktif siyaset yapıyor. Kuşkusuz bu durum senle ilişkilerini, birlikte geçirdiğiniz zamanı etkilemiştir. Cezaevi süreci ilişkilerinizde bir değişikliğe neden oldu mu?

Bu soruya sürekli şu cevabı veriyorum sanırım, artık düzenli bir ilişkimiz var ☺ Tabii bu işin şakası. Fakat aktif siyaset yaptığı yıllar boyunca ve öncesinde de uzun yıllar gazetecilik yaptı, ikisi de kişinin neredeyse bütün zamanını alan işler. Dolayısıyla annemle pek bir klasik anne kız ilişkisi yaşadığımız söylenemez. Fakat bu durumun kendisi de bir şans ve güzellikti belki de. Çok güçlü bir kadın karakter ve her daim idealleri için mücadele eden bir kadınla büyümüş oldum böylelikle. Bu çok güç veren ve güzel bir şey. Cezaevi süreci ise bir anlamda ilişkimizi başka bir boyuta taşıdı diyebilirim. 38 aydır annem tutuklu. Her hafta görüşüne gittim, gidiyorum. Görüşlere giderken ders çalışır gibi ya da bir sunum yapacakmışım gibi hazırlanıp gidiyorum. Hafta boyunca yaşanan siyasal gelişmelerden duymamış olabileceklerini, yeni çıkan kitapları, filmleri, gittiğim tiyatro oyunlarını, müzeleri, galerileri, yürüdüğüm yolları, sokakları, kalabalıkları, denizi, parkları, heyecanlarımı, hüzünlerimi, hayretlerimi ve daha birçok şeyi anlatıyorum. Akıl danışıyorum, fikir soruyorum. Fikirlerini merak ediyorum hemen her konuda. Fikirleriyle suçlanan ve de fikirleri hiç bitmeyen şahane bir annem var ne de olsa ☺ Yani aslında daha önce konuşmaya fırsatımız olmayan, olamayan şeyleri paylaşıyoruz.

Mektuplar…  Cezaevinde mektuplaşmaya yönelik baskı var mı? Peki senin için mektuplaşmanın anlamı ne? 

Annemi tutuklandığından beri her hafta ziyarete gidiyorum. Fakat görüş zamanı, her şeyi konuşmak, anlatmak ve dinlemek için asla yeterli olmuyor. “Nasılsın, sağlığın nasıl, bir ihtiyacın var mı” soruları rutin ve epey zaman alan konular. Dolayısıyla görüşler dışında da annemle uzun uzun mektuplaşmalarımız oluyor. Bunlardan da başka, görüşlere sadece aile bireyleri ve adını yazdırdığı üç arkadaşı gidebiliyor. Dolayısıyla dışarıyla bağı epey kısıtlı oluyor mahpusların. Mektup yazmak, mektup almak bu açıdan da ayrıca kıymetli ve önemli. Renkler yasak mesela hapishanelerde. Renkli kalem kağıt verilmiyor mahpuslara. Ben de dünyanın en renkli kartlarını arayıp bulup gönderiyorum sürekli. Şu an annemde epey güçlü bir kartpostal koleksiyonu olduğuna inanıyorum ☺ Tabii yazdığı kitap ya da köşe yazılarıyla ilgili eleştiri, öneri, tartışma içerikli mektuplar almak da ayrıca iyi geliyor sanırım. Dışarıdan içeriye, içeriden dışarıya temasın olması çok önemli. On binlerce siyasi mahpus, aileleri ziyaretlerine gidemediği için ve mektup yazan kimseleri olmadığı için senelerce dış dünyadan tamamen kopuk yaşıyor.

Dava ne aşamada? Süreç nasıl ilerledi?

Dava Diyarbakır’da açılmış olmasına rağmen güvenlik gerekçesiyle Malatya’ya gönderdiler dosyayı ve Malatya’da görülüyor üç senedir. Fakat yine de bu üç sene boyunca sadece bir defa annem duruşma salonuna götürüldü. Diyarbakır’da açılan davanın Malatya’ya gönderilmesi, annemin de Kocaeli’ndeki bir hapishanede olması zaten başlı başına bir cezalandırma hali. Avukatlar, aile, annem, davanın görüldüğü yer her şey birbirinden yüzlerce kilometre uzakta. Dosyanın defalarca hakimi, savcısı değişti. Geçtiğimiz şubat ayında Malatya’daki yerel mahkeme 14 yıl ceza vermiş olsa da bir üst mahkemede bu karar bozuldu ve dava yeniden görülmeye başlandı. Şu an hala Malatya’da süreç devam etmekte. Sonraki duruşma 13 Ocak 2020’de Malatya’da görülecek.

Bu davanın tamamen ifade özgürlüğü ile ilgili bir sorun olduğuna inanıyorum. Annem milletvekili, parti eş genel başkanı ve belediye başkanıyken yapmış olduğu konuşmalardan yani yasal siyasi faaliyetlerinden ötürü yargılanıyor. Örneğin 8 Mart, 25 Kasım veya Newroz’da yaptığı konuşmalardan yargılanıyor. Bu zamanda hala insanların fikirlerinden ve konuştuklarından dolayı yargılanması akıl alır bir şey değil. Ayrıca zaten siyasetçinin işi her yerde, her konuda konuşmak, konuşabilmek. Yeniden yeniden, başa döne döne aynı şeyleri yaşıyoruz 40, 50, 100 yıldır. Düşünmekten ve konuşmaktan korkmamayı öğrenmeliyiz hızla. Çünkü konuşacak ve konuşarak çare üreteceğimiz çok sorunumuz var.

“Siyasetin mor rengi” duvarları aşabiliyor mu? Bu konuda neler yapılabilir?

“Siyasetin mor rengi” duvarları aşmaya çabalıyor fakat bu çabanın duvarın iki yanından da daha güçlü olması gerektiğine inanıyorum. Bu dönemi kendileri açısından en başarılı şekilde atlatan-geçiren iki grubun erkek tutsaklar ve barış için akademisyenlerin olduğunu düşünüyorum. Epey bir gündem yaratabildiler. Fakat kadınlar, kadın siyasetçiler hiç tutuklanmamış, hakları hiç gasp edilmemiş, haksız ve hukuksuz bir şekilde tutuklanmamış gibi ilerliyor süreç sanki biraz. Bu bir kadın olarak beni endişelendiriyor açıkçası. Kadınların emek emek, uzun yıllar boyu mücadele edip elde ettiği kazanımlar ciddi bir saldırı altında. Kadın siyasetçiler tutuklanınca, kadınların özellikle yerel siyasetteki temsili azaldı hatta neredeyse yok edildi. Yerel yönetimlerde kadınların emek ve gücüyle kurulan kadın sığınakları, kreşler, dayanışma mekanları, kadın daire başkanlıkları, toplumsal cinsiyet eşitlikçi bütçeleme gibi birçok kazanım ne yazık ki yok edildi. Dolayısıyla dayanışma, bugün her zamankinden daha güçlü olmalı.

Mektuplaşmak, hayattan fotoğraflar göndermek, onların sesine ses olabilmek, davaları duruşmaları güçlü şekilde takip edebilmek, dilimizden isimlerini hiç düşürmeden yaşatılan haksızlığın ve hukuksuzluğun neler olduğunu anlatmak aklıma ilk gelen yapılabilecek şeyler sanırım.

Mektup ve kart yollamak isteyenler için adres:

Gültan Kışanak

Kocaeli 1 nolu F tipi ceza infaz kurumu cezaevi PTT şubesi İzmit/ KOCAELİ

 

 

 

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.