6 Şubat depremlerinden sonra Adıyaman’a ve Hatay’a giden gönüllü psikiyatristlerden Zerrin Oğlağu ve Neşe Yorguner’le yaptığımız söyleşiyi paylaşıyoruz.

Adıyaman’a ve Hatay’a Türkiye Psikiyatri Derneği’nden giden gönüllü psikiyatristler arasında yer almaya nasıl karar verdiniz?

Zerrin: Asistanlığımın ilk yıllarından itibaren bireysel ve kitlesel travma ile ilgileniyor ve bu alanda çalışıyorum. Daha önce Hopa olayları, 2015 yılındaki patlamalar süreci, COVID-19 zamanı ve Van depreminde sahada çalışmıştım. Dolayısıyla 6 Şubat depreminin haberini alınca gitmeye karar vermem pek uzun sürmedi diyebilirim. 99 depreminden itibaren afet ve travma alanında önemli çalışmaları olan Türkiye Psikiyatri Derneği ilk saatlerden itibaren çalışmaya başlamıştı zaten, dolayısıyla bu alandaki koordinatörlere ulaştım ve gitme talebimi ilettim.

Afetlerin ilk günleri aslında daha yaşamsal ve temel ihtiyaçların karşılanması gereken günlerdir, bize görev sonrasında düşer. Yani önce insanlar enkazlardan çıkarılmalı, kayıplar defnedilmeli, yaşam ve barınma alanları oluşturulmalı, kıyafet ve gıda temini sağlanmalı, ardından ruhsal ihtiyaçların karşılanmasına geçilmelidir. Lakin bu süreçte, depremin üzerinden bir aydan fazla zaman geçmesine rağmen bunların hâlâ tam anlamıyla gerçekleşmediğini görüyoruz. Dolayısıyla ruhsal ihtiyaçlar, tam da biraz bu nedenle, artık ertelenemez durumdadır diyebiliriz.

Ben de bu saiklerle Adıyaman’a ulaşmak üzere 16 Şubat’ta yola çıktım. Çünkü kentte yaşayan ve çalışan diğer tüm sağlık çalışanları gibi psikiyatri uzmanları da aslında depremzede idi ve tüm kayıplarıyla birlikte kentten çıkmak durumunda kalmışlardı.

Neşe: Gönüllü olmaya ilk günden karar vermiş olmakla birlikte bölgeden gelen acı dolu haberler başta karşılaşacağım öyküleri ruhsal anlamda taşıyamamakla ilgili bir endişe duymama sebep oldu. Ancak daha sonra orada olamamanın, uzaktan seyirci kalmanın daha büyük bir çaresizlik ve zorlanma yarattığını fark ettim ve gitmeye karar verdim. İyi ki de gitmişim.

Deprem bölgesine giderkenki varsayımlarınız ile karşılaştığınız gerçekler arasındaki açı ile ilgili neler söylemek istersiniz?

Zerrin: Gitmeden önce özellikle anaakım medyada gösterilenler ile gerçekte olanlar arasındaki makasın büyük olacağını elbette tahmin ediyordum ancak Adıyaman’daki yıkımın bu kadar devasa olacağını yine de öngörememişim demek ki. Çünkü yıkım kente girdiğiniz noktadan itibaren başlıyordu ve ayakta kalan binalarda da yaşamak mümkün değildi. Kent içinde ulaşımı sadece şahsi araçlarla yapabiliyordunuz ve tek bir açık dükkan dahi yoktu.

İrili ufaklı, çok sayıda ve dağınık yerleşimli çadırkentler mevcuttu, hem oralarda hem de kentin merkezi noktalarında sıcak yemek ve ihtiyaç dağıtımı oluyordu. Çadır temini açısından çok da kötü durumda görünmüyordu yani Adıyaman. Ama geceleri çok soğuk oluyordu ve çadırların bu anlamda verimi oldukça düşüktü. Tabii burada söylediklerim sadece şehir merkezi ve ilk haftalar için geçerli çünkü ilçe ve köylere gitme fırsatım olmadı ve orada işlerin o kadar düzenli olmadığını biliyorum. Üstelik henüz geçtiğimiz günlerde, var olan çadırkentlerin ne kadar özensiz ve plansız kurulmuş olduğunu gördük. Uyarısı çok önceden yapılmış olan yağış ile çadırlarda çok belirgin sorunlar yaşandı, insanların barınabileceği alan kalmadı.

İnsanların en temel ve karşılanamayan ihtiyaçları ise tuvalet ve duş olarak görünüyordu. Kitlesel biçimde yaşanan yerlerde var olan tuvaletlerin temizliğini sağlamak neredeyse imkansızdır ve orada da öyleydi. Duş kabinleri ise hem yerleşim yerleri hem de boyutları açısından kadın ve çocukların kullanımı için oldukça işlevsiz görünüyordu. Bu nedenle konuştuğum kadınların çok büyük bir kısmının bu ihtiyaçlar için hasarlı evlerine girdiklerini duyuyordum.

Birinci basamak sağlık ve kadın sağlığı hizmetleri ise çok sınırlı düzeydeydi. Kentin kadın hastalıkları ve doğum hastanesi hasarlı olduğu için sahra çadırında hizmet veriyordu ve dediğim gibi toplu ulaşım imkanları, dolayısıyla yoksul kadınların hekime ulaşma ihtimalleri yoktu. Aile sağlığı merkezlerinin çoğu hasarlı olduğu için kapalıydı, diş hekimliği hizmeti yoktu. Tüm bu hizmetlerin, alanda ilk günlerden itibaren var olan ve hem sabit hem gezici birimleriyle çalışan Türk Tabipleri Birliği gönüllülerince karşılanmaya çalışıldığını ekleyebilirim.

Günler içerisinde çadırkentler içinde de aile sağlığı merkezleri açılmaya başlandı tabii ve hem gebe izlemi hem de aşılama gibi çok temel hizmetler daha ulaşılır oldu. Tahminim şu an bu konunun daha iyi olduğu yönünde.

Bir diğer göze batan konu da organizasyon kusurları elbette. Devlet temelli hizmetlerde muazzam bir dezorganizasyon mevcuttu. Farklı bakanlıklar bile kendi aralarında koordine olamıyordu örneğin. Sivil toplum kuruluşları açısından ise, özellikle çadırkentlere sadece bir kısmının (!) girmesine izin verildiğini söylemem gerekir. Sosyokültürel ve politik iklim alanda bazı gönüllülerin varlığına pek fırsat tanımıyordu diyebilirim.

Neşe: Deprem bölgesi fiziksel anlamda ekranda gördüklerimden çok daha kötüydü, özellikle de Antakya. Yıkımın büyüklüğünün yanında şehirdeki ceset kokusu durumun vehametini daha da ortaya koyuyordu. Bölgeyi görünce neden “atom bombası atılmış gibi” dendiğini daha iyi anladım.

Öte yandan bölgedeki depremden etkilenmiş kişilerle temas edebilmek, onların zorluklarına eşlik edebilmek, orada Türkiye’nin dört bir yanından gelmiş olan sağlık çalışanları ve sivil toplum kuruluşlarının gönüllüleri ile karşılaşmak ruhsal olarak iyi geldi. Başta endişe ettiğim çaresizlik, yılgınlık hissi yerine beklediğimden daha iyimser hissettim.

Bölgede depremden etkilenen kişilerle ilgili özellikle dikkatimi çeken şeylerden biri insanların çok farklı koşullara sahip olmasıydı. Örneğin bir grup İskenderun Limanı’na demirlemiş olan gemi misafirhanelerinde, bir grup konteyner kentlerde, bir grup çadır kentlerde, bir grup ise çadır dahi bulamadığı için arabalarında ya da hasarlı olup olmadığı henüz kontrol edilmemiş evlerinde kalıyordu. Bazı kişiler ise maalesef bulabildikleri bir battaniye ile parkta yerde yatıyordu. Fırsat eşitsizliğinin insanlarda ikincil travmatizasyona yol açtığını biliyoruz. Maalesef bunun ilerleyen zamanlarda da bölgedeki kişilerde açtığı yaraları daha fazla göreceğiz.

Afetlerde kadınlar ve LGBTİ+lar “dezavantajlı” gruplar arasında sayılıyor. Sizin gözlemlediğiniz “dezavantajlı” olmakla ilgili, ruh sağlığı açısından yüksek risk oluşturan durumlar var mıydı, neler var?

Zerrin: Kadınlar, çocuklar, LGBTİ+lar, göçmenler ve yoksullar tüm travmatik yaşam olaylarında dezavantajlı grup maalesef. Adıyaman’daki çalışma sürem içinde LGBTİ+ başvurum olmadı ancak bu benim süremin kısalığından ve kentin genel muhafazakâr tutumundan kaynaklanan başvurma konusundaki çekincelerden ötürü olabilir. Lakin diğer şehirlerden bildiğimiz, LGBTİ+’ların depremin sorumlusu ilan edilmekten, barınma sorunları yaşamalarına, hane içi şiddet artışından cinsel şiddete kadar farklı zorluklar ile karşılaştıkları bir gerçek.

Kadın sağlığına dair hizmetlerin yetersizliğini bir önceki soruda tanımlamıştım ama tekrar vurgulamakta fayda var. Adıyaman’da deprem sonrası kalanlar çoğunlukla daha yoksul insanlar ve sağlık kurumlarına erişmeleri çok zor. Kadın doğum hastanesine nasıl gidecekler? Rutin gebelik ve doğum sonrası kontrolleri nasıl yapılacak? Birçok gebe enkaz altından çıkarılmış yahut üstlerine yıkılan duvarlar, eşyalar olmuş, kime gidecekler? Doğum kontrol yöntemlerine, ilaçlara ve gebeliği sonlandırma hizmetlerine nasıl erişilecek? Tüm bu sorular halen çok cevapsız.

Hepsinden önce bu tür travmatik yaşam olayları ardından kadınların aylık kanama döngüleri çok bozulur. Beklenmedik ve uzun süren kanamalar çok olur. İlk günlerde daha belirgin olarak süren temiz iç çamaşırı ve ped taleplerini hatırlayalım. Kadınların özellikle Adıyaman gibi kapalı bir toplumda bunları talep etmeleri kolay olmadı. Hadi buldunuz diyelim, sağlıklı, temiz, ulaşılabilir ve güvenli bir tuvalet bulmak çok zordu. Çadırkentlerin dizayn edilmesi sırasında tuvaletlerin oldukça uzak ve gece ulaşımının güvensiz olduğunu, bunun özellikle kadınları ve kız çocukları etkilediğini söylemek mümkün. Bu koşullar altında, kadınlar ve kız çocukları güvende hissederek nasıl banyo yapabilir mesela? Hayatın her anı ve her alanı bu kadar güvensizlik duygusu ile ve bunca tehlike tehdidi altında iken ruhsal sağlığı korumak nasıl mümkün olur?

Yaşam alanlarındaki bu ani değişim, çadır gibi küçücük bir mekanda ve kalabalık gruplar halinde yaşamanın bir diğer önemli sonucu da kadının bakım emeğinde ve kadına yönelik erkek şiddeti olgularının sıklığı ve şiddetinde artıştır. Zamanla birlikte bunu daha sık duyacağımızı öngörmek mümkün.

Neşe: Benim gözlemleyebildiğim kadarıyla da özellikle kadınlar için hijyen büyük bir problemdi. Kişi başına düşen umumi tuvalet sayısının azlığı temizlikle ilgili güçlükler ve enfeksiyon açısından büyük bir risk oluşturmaktaydı. Onun dışında duş imkanı çok çok kısıtlıydı. Mültecilerin bulunduğu bazı çadır kentlerde ise duşu bırakın maalesef tuvalet hatta lavabo bile yoktu.

Bir diğer sorun da güvenlikti. Kadınların eşleri tarafından cinsel ilişkiye zorlandığını ve o ortamda gidecek bir yerlerinin olmamasına bağlı çaresizlik yaşadıklarını duydum. Yaşanan felaketin yarattığı kontrol kaybı hissinin bu gibi olaylarla daha da derinleşmesi ve travmanın etkisini attırmasının ruhsal anlamda daha büyük sonuçlar yaratmasının muhtemel olduğu söylenebilir.

Kadın örgütlenmeleri afetlerde de durmadan çalışmaya, dayanışmaya devam etti. Bulunduğunuz bölgelerde Kadın Çadırı, Kadın Sağlık Birimi var mıydı? Kadın dayanışması adına deneyimlediğiniz temaslar oldu mu, biraz anlatabilir misiniz?

Neşe: Antakya’da kadınlar için kurulmuş olan kadın doğum hekimlerinin muayene çadırları, Mor Dayanışma gibi kadın örgütlenmelerinin çadırları ve Türk Tabipleri Birliği’nin kadın komisyonundan hekim arkadaşların çadırlarına rastladım. Tüm o yokluk içinde bunları görmek çok sevdiğin bir yakınını görmek gibi hissettirdi bana. Benim görmediğim emek veren başka sivil toplum kuruluşları da vardır illa ki, hepsinin emeği tek tek çok kıymetli.

Zerrin: Ben depremin 10. gününden itibaren Adıyaman’da idim dolayısıyla henüz kadın çadırları oluşmamıştı ancak feminist kadınlar alandaydı ve çalışıyorlardı. Örneğin İstanbul’dan gelen feminist kadın arkadaşlarımla şehir merkezindeki bir cem evinde karşılaştık ve onları orada görmek bana kişisel olarak çok iyi geldi diyebilirim. Çünkü afet sonrası kargaşa içinde tüm dezavantajlı gruplar ama en çok kadınlar gözetilmeden hizmet üretilmeye çalışılır ve bu hep eksik kalır. Örgütlü kadınların varlığı bu açıdan iç ferahlatıcıydı. Sonrasında da sabit kadın çadırları kurulmaya başlandı zaten.

Deprem sonrasında kadın ve LGBTİ+ ruh sağlığı açısından önümüzdeki aylarda bizi neler bekliyor sizce? Birbirimizin ruhsal iyilik halini desteklemek için neler yapabiliriz ve neleri yapmaktan kaçınmamız gerekir?

Neşe: Doğal afet dönemlerinde ayrımcılığın ve güvenlik sorunlarının arttığını ve bunun yanında kişilerin kayıp, yıkım ve travma ile başa çıkmak için her zamankinden daha fazla sosyal desteğe ihtiyaç duyduklarını biliyoruz. Halihazırda toplumda en fazla ayrımcılığa maruz kalan gruplardan olan LGBTİ+’ların üstüne böyle bir kaotik sürecin varlığında yaşadıkları zorlukların daha da derinleşmemesi adına dikkatli olunması gerekli.

Birkaç örnek verecek olursam; deprem bölgesinde birçok kişi evinden, yurdundan oldu. Bu dönemde en önemli ihtiyaçlardan biri güvenli barınma alanlarına yerleşebilmek. Özellikle LGBTİ+’lar, evsiz kaldıklarında veya yeni yerlere yerleştiklerinde, cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimleri nedeniyle ayrımcılığa uğrayabiliyor ve daha fazla güvenlik sorunu yaşayabiliyorlar. Diğer bir deyişle, bu dönem dezavantajlı gruplar için güvende hissedebilecekleri yeni bir yere yerleşmeleri açısından daha büyük zorlukların yaşanabileceği bir dönem. Ayrıca bu dönem ilaç, tıbbi malzeme ve sosyal desteğe erişimin de önemli ihtiyaçlardan olduğu unutulmamalı. Bu kişilerin ayrımcılığa uğramadan, ihtiyaç duydukları sosyal desteğe ve sağlık hizmetlerine diğer kişiler kadar ulaşabilmelerinin sağlanması ve güvende hissedebilecekleri barınma imkanlarının oluşturulması şart.

Bunlar sağlanamadığı takdirde yaşanan ikincil travmatizasyon kişilerde travma sonrası stres bozukluğu, depresyon ve diğer psikolojik problemlerin daha yoğun görülmesine yol açabilir.

Zerrin: Deprem sonrası ortaya çıkan tüm ruhsal hastalıklar; öncelikli olarak travma sonrası stres bozukluğu, majör depresyon ve kaygı bozukluklarının dezavantajlı gruplarda daha sık görüleceğini öngörebiliriz. Kadın ve LGBTİ+’ların bunlara ek olarak hane içi şiddet, cinsel şiddet ve erken yaşta evliliğe zorlanma açısından risk altında olacaklarını söyleyebiliriz. Tüm bu ruhsal zorlanmaların intihar riskini de arttıracağını eklemek gerekir.

Ruhsal sağlığımızı bu dönemde desteklemenin yegâne yolu dayanışmak. Hem deprem bölgelerinde hem göç edilen kentlerde… Dayanışma hem depremzedelere hem de olup biteni dışarıdan/uzaktan takip edenlere iyi gelecektir.

Eklemek istedikleriniz var mı?

Zerrin: Bu büyüklükteki travmaların/afetlerin ardından sadece bölge halkları değil aslında tüm tanıklar etkilenirler. Özellikle ilk dönemlerde herkeste yoğun bir yardım etme arzusu ve davranışı görülür, ki bu çok iyi bir şeydir. Lakin zamanla yardım göndermeler azalır. Oysa bu, çok daha uzun soluklu düşünülmesi ve planlanması gereken bir süreçtir. Bunu öncelikle devlet hizmeti açısından ama sonrasında sivil toplum için de söylemek isterim. Önümüzdeki uzun yılların en önemli gündemi deprem olmalı.

Neşe: Bu denli büyük bir afetin ortasında yaşananlara sağlıklı tanıklık edebilen ve dayanışma hissini canlı tutan sivil toplum kuruluşlarının gönüllülerinin etkilerinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Oradaki kişiler için yaşadıkları zorlukların bilinmesi, tanınması, yaşanan sorunların hemen çözülmese bile çözülmeye çalışılacağının hissettirilmesi çok kıymetli. Yapılacak iş çok var ancak dayanışma ile bu işin üstesinden gelinebilir diye düşünüyorum.

Destek için size nasıl ulaşabilirler?

Neşe: Deprem bölgesinde Türkiye Psikiyatri Derneği gönüllülerinin destek zinciri devam ediyor. Ben bugün orada olamasam da benimle benzer duygularda olan arkadaşlarımın nöbeti sürdürdüğünü biliyorum. Bölgede bulunan depremden etkilenen kişiler baş etmekte güçlük yaşıyorlarsa mutlaka gönüllü psikiyatristlerin bulunduğu alanlara başvursunlar. Bu süreçte her türlü sorun belki çözülemez ama ellerinden geleni yapacaklarına eminim.

Zerrin: Türkiye Psikiyatri Derneği, online olarak ulaşılabilecek şekilde gönüllü hizmet vermeye başladı, keza onun bir bileşeni olduğu İstanbul Psikososyal Dayanışma Ağı da bireysel ve grup başvuruları alıyor. Deprem travmasını çalışmak üzere bu kaynaklara başvurmak mümkün.

TPD Online Destek: https://tpdruhsaldestek.psikiyatri.org.tr

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.