… bir yandan da sadece hayatta kalmanın, kendi gibi olmanın, kırmızı ruj sürmenin, mesleğine devam etmenin, sıkıldığında başını kaldırıp gökyüzüne bakmanın direnmek demek olduğunu da görüyoruz.

Rita Ender’in kitabını* Berlin’de, yeni göçmen bir kadın olarak okudum.

Ender’in İzmir’deki büyük sinagogun sergi kısmında duran bir fotoğrafa duyduğu merak, ucu Almanya’ya, Macaristan’a Slovenya’ya kadar giden bir hayat hikayesine çıkıyordu. Madam Marta Amati’nin (soyadı birkaç kez değişmiş olsa da) Naziler tarafından Yahudi olarak tasnif edilmesi -neticede soy sop dediğimiz şey modern devlet için dosya, fiş, kayıt demek- ve sonrasında keman çaldığı sahneden Gestapo tarafından tekme tokat indirilmesi, Madam’ı tüm hayatı boyunca yanından ayırmayacağı, ona yarenlik edecek kemanı ile birlikte İzmir’e kadar sürükleyecekti.

Macaristan’da, konservatuarda dönemin en önemli üstadından aldığı keman eğitimi bütün hayatının temel dayanağı olacaktı. Mesleğinde başarılı, erken yaşına rağmen ismi bilinen genç bir kadın… Bir gün ismi, Yahudi oldukları için meslekten men edilmesi gereken müzisyenler listesine giriyor… Önce İstanbul’a, sonra İzmir’e gelen Madam, İzmir’de yerleşmeye karar veriyor. Ender’in kaleminden ve kendisi de bir göç hikayesine sahip Berge Arabian’ın fotoğraflarından Madam’ın sadece kayıtlarla, gazete ilanlarıyla, etrafındaki insanların anılarıyla somutlaşan hayat hikayesinin bir kısmını öğrenmekle kalmıyoruz, bir yandan da sadece hayatta kalmanın, kendi gibi olmanın, kırmızı ruj sürmenin, mesleğine devam etmenin, sıkıldığında başını kaldırıp gökyüzüne bakmanın direnmek demek olduğunu da görüyoruz.

Hiç bilmediği, dilini konuşamadığı bir topluma gelmek… Bir tür dilsizlik, kimsesizlik durumu olan göçmenlikten, İzmirli Madam Amati’ye dönüşmüş Marta. Aidiyet, memleket, kimlik dediğimiz ve hep hayatımızda aynı kalacak sandığımız, benliğimizin temeli sandığımız şeyler bir yandan da ne kadar kaygan bir zeminde, olaylarla, karşılaşmalarla, mecburiyetlerle değişiyor… Madam yıllar içinde İzmir’de sadece Yahudi toplumu içinde bir yer edinmemiş, İzmir’de müzikle ilgili kurumlarda ve yetiştirdiği öğrencilerle farklı aidiyetleri olan yüzlerce gencin hayatında da önemli bir aktör olmuş. Çalışmış, birçok göçmen gibi herkesten çok çalışmış…

Eski hayatını özler miydi? Arkadaşlarını, ailesini, yaşadığı mahalleyi, gittiği mekanları… Özlerdi mutlaka ama belli ki geçmişine bir örtü çekmiş ve kendisine yeni bir aile yaratmış. Kan bağı ya da evlilikle değil, ama keman çalarak, öğreterek, sohbet ederek. Rahibelerden, İzmir’in Yahudilerine, haylaz çocuklardan komşulara kadar büyük bir aile. Yalnız ve genç bir kadın olarak geldiği Türkiye’de sadece ömür geçirmemiş, bir hayat kurmuş ve sevilmiş. O dönem Almanya’dan göç ederek Türkiye’ye gelen en kalabalık grup akademisyenler ve mühendisler zannediyorum. Birçoğu da İstanbul ya da Ankara’ya yerleşiyorlar, meslek gruplarıyla gelen bu kişilerin çoğu da erkek. Elbette aileleri ile geliyorlar ama bu göç dalgasıyla gelen kadın isimlerini çok bilmeyiz, görünür değillerdir ve muhtemelen bir mesleki bağlantıyla değil eşlerinin işleri sebebiyle Türkiye’ye gelebilmişlerdir. Tüm bunları düşününce de Madam’ın aslında neden İstanbul’da kalmadığını anlayabiliyorum. Muhtemelen birbirleriyle de çok iyi geçinemeyen bir diaspora grubunda mesleğini icra etmeye çalışan yalnız, genç bir kadın olmak dışlanma ya da en azından bir tür dedikodu nesnesi olma halini getirecekti. Bir müzisyen olarak İstanbul’un fazla hareketli gece hayatı da aradığı korumayı imkansız kılacaktı. Onun yerine İzmir’e gitmek, Almanya’dan hem fiziksel hem duygusal olarak uzak kalmak, İstanbul’daki hayhuyun içinde kaybolmamak ona yeni bir hayat kurma imkanı vermiş.

Aslında tüm hikayeyi takip ederken aklımdan geçen düşüncelerden biri şuydu: Başka bir yere göç etseydi ya da o dönem gelen bir çok öğretim üyesi gibi bir süre sonra Amerika’ya gitseydi belki de dünya çapında bir isim olurdu. Fakat Ender’in metni aslında bu düşünceyi de değiştiriyor. Dünya çapında bilinen bir isim olmamış belki ama yaptığı işle herkes tarafından saygı duyulan biri olmuş, Nazilerin elinden almaya çalıştıkları saygınlığını geri kazanmış, üstelik bununla da kalmamış gerçekten Madam’ı seven insanların arasında yaşamış. Birçok başka zorluk da yaşamıştır mutlaka, yalnız kadın olmanın kendisi bir çok sorunu beraberinde getiriyor Türkiye coğrafyasında ama belli ki yarattığı mesafeyle onun da üstesinden gelmiş.

Umut veren bir öykü Madam’ın hayat hikayesi… Bir yandan hayatta hep azınlıkta kalmış, Yahudi olarak, yalnız kadın olarak, Yahudi toplumu içinde Hristiyan olarak, başka bir memlekette yabancı olarak… Şahit olduğu şiddete, bütün Avrupa’yı kavuran Holokost’a rağmen, ayakta durmayı başarmış. Her şeye rağmen sevdiği işi yapmaya devam etmiş, insanlarla bağını koparmadan hem de… Ender, Madam Amati ile bir direniş deneyimi aktarıyor bize. Okumaya, üzerine düşünmeye değer…

*Rita Ender, “Madam Amati, Avrupa’dan İzmir’e bir keman ikonu”, Aras Yayıncılık, İstanbul: 2019.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.