Bireysel ve toplumsal kadınlık algılarımızdaki kök kadın, davranışlarımızın gerisinde kalırsa ya da zihnimizdekiler davranışlarımıza yetişemezse, toplumsal cinsiyetle mücadelemiz istediğimiz seviyeye ulaşmayacaktır.

İçimizdeki kadını ne kadar dinliyoruz?

Günlük hayat içinde kadınlık köklerimizle ne kadar bağlantı içindeyiz?

Sabahları kendimizi o gün için hazırlarken merkeze aldığımız baş aktris kim?

Kök kadın halimizi alanlarımızda ne kadar yaşayabiliyoruz?

Çeşitli kadınlık rolleri içinde bazen seçimimiz bu olmasa da başka başka kadınlıklar içinde buluyoruz kendimizi. Aile içinde uysal ya da huysuz, iş yerinde cadı ya da sade, arkadaşlar arasında sivri dilli ya da uyumlu… Peki, hangi kadın kök kadınla bağlantılı?

Hayatın içine, yaratıcılık hallerimizi ne kadar koyabiliyoruz? Evde yemek yaparken, gazetede okuduğumuz bir haberi yorumlarken, zarar görmüş bir kıyafeti onarırkenki halimiz, içimizdeki kök kadınla ne kadar bağlantılı?

Kadın olarak güne başlamak; şunu şunu yapmalıyım ya da yapmamalıyım gibi kişisel sınırlarla dolu. Şöyle giyinmeliyim, kırmızı ruj fazla kaçabilir, şimdi çok kahkaha attım bu kadar neşeli görünmemeliyim, akşama hem besleyici hem lezzetli yemek yapmalıyım, tüm çamaşırlar temiz mi acaba, öğle yemeğini fazla kaçırma sonra göbeğini pantolonun içine sokman gerekecek, flört eden bir çift tatlı göz görünce; ‘Yemezler canım’ bakışlarına bürünmek zorunda hissetmek.

Peki kök kadınlık halimiz nedir?

Kök kadın; bilinçli bir şekilde farkında olduğumuz özelliklerimizdir. Adının kök olma nedeni; o yokmuş gibi davrandığımız zamanlarda bağlantıyı toplumsal normlar yüzünden koparmış olmamızdır. Tahakkümün biz kadınların hayatına yansımış halidir. Toplumun istediği kadın olma çabasından itelediğimiz, kakaladığımız halimizdir.

İşte tüm bunlar ve benzeri sözlerle yaşarken içindeki kök kadın nerede?

Toplumsal olarak bireyselliğin arttığı bir zaman dilimine denk gelen biz kadınların, bireysellik ve toplumsallık sınırlarına bakmanın doğru olduğunu düşünüyorum. Burada yapacağımız tanım; günlük hayatımızda ideolojik kök kadınımızın yüreğini rahatlatabilir. Yaşadığımız bu dönemde bizi içine çeken ya da dışarıda kalmamızı sağlayan bariyerlerle iç içeyiz. Olaylara karşı ortak bir korkumuz var gibi. Kişisel ya da toplumsal tepkilerimiz çok hızlı kırılmalar yaşayabiliyor. Bu da kişiyi planlı olmasa bile bireyselliğe itebilir. Kişilere ya da kurumlara kızarak ideolojilerden vazgeçilmez elbette ancak alanlardan uzaklaşmasını sağlar. Bu da kişinin kendinden uzaklaşması değil midir? Politik söz üreten kişi aynı zamanda dirençli haliyle de iç içe yaşamayı öğrenmiştir bilgisi sabittir. Ancak bizler de etten kemikten kadınlarız ve kendi zamanımızı yaşarken unutulma girdabına kapılabiliriz.

Peki, biz bireysel miyiz toplumsal mıyız?

Mutluluk kavramını düşünelim. Gün içinde ya da yaygın hayat içinde kişilerin mutluluk tanımları farklılıklar gösterse de insan bencil mutluluktan çok kendi grubunun ölçeklerini hesaplar. Sevgi içinde aynı kalıbı baz alabiliriz.

Misal; birini öz benliğimizle mi severiz? Yoksa çevremizdeki herkesin uyumuna bakarak mı severiz?

Eğer öyleyse bu toplumsalımızın aşkı olmaz mı? Bizler de aslında feodal ya da kamusal aşk yaşarız.  Beraberinde kamusal ya da feodal evlilikler tasarlamış oluruz. Buradaki kamusal ve feodal tanımı kişinin içinde bulunduğu birincil grupları kapsar. Aile, arkadaş ve iş çevresi gibi. Dolayısıyla bu grupların onay vereceği bir aşk arar insan.

Öz yaşam grafiğinde kendini böyle bir tanımın içine sokmayan kişiler ‘Ben seçimlerimde her zaman özgür kararlar aldım’ diyebilenler, bireysel özgürlüğünü ispatlayabilir mi? Çünkü bu söz, ‘Benim kararım, benim seçimim’ gibi bir ifadeye bağlanır. Oysaki zevkler de toplumsal figürlerin esiridir. Tıpkı coğrafyaya göre değişen yüz hatları ve ten rengi gibi.

Eş ya da iş seçimlerimiz nasıl matematik bir hesabın eseriyse, mutluluğumuz da bununla bağlantılıdır.

-Uzun boylu erkek ondan daha kısa boylu kadın,

-Erkeğin yaşının kadının yaşından daha büyük olma beklentisi gibi.

Ters orantı toplumsal olarak kabul görmez. Toplumsal normlarımızın katkısıyla hesaplamalarla geçen hayatlar yaşamak kaçınılmaz olabilir.

Bireysel kalmakta ısrarcılık da kişiyi yalnızlaştırdığı gibi toplumsal yapıyı değiştirir. Duyarlılığımızı, empatimizi kaybetmemize sebep olabilir. Genel eğilim olarak günlük kalkanlarımızı bireysel konfor üzerine kurduğumuz zaman toplumsal düşünmeyecek ve davranmayacağız. Dolayısıyla kolektif hayat kurduğumuz çarklardan uzaklaşacağız. Bireysel ve toplumsal kadınlık algılarımızdaki kök kadın, davranışlarımızın gerisinde kalırsa ya da zihnimizdekiler davranışlarımıza yetişemezse, toplumsal cinsiyetle mücadelemiz istediğimiz seviyeye ulaşmayacaktır.

Belki de asıl soru şu olabilir;

Kök kadının hayatımızın her alanına dokunmasına izin veriyor muyuz? Bu bağlamda bireysellik ve toplumsallık sınırlarımız nedir?

 

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.