Kadın, gıdaya tohumdan sofraya kadar olan tüm yolculuğunda emek veriyor. Kırsalda toprağı olmayan kadın gündelikçi ya da mevsimlik işçi iken, özellikle gelişmiş ülkelerde genç kadınların kentte ilk işi garsonluk oluyor.

COVID-19 sağlık krizi gibi görünüyor. Aslında yıllardır işaret etmeye çalıştığımız ekolojik krizin daha görünür hali… Sağlıklı gıdaya ulaşma sorunu artık daha da belirginleşti. Ancak ekolojik krizin arkasında yatanları, cinsiyetçi sorunu görmeden ekolojik krizi de net olarak anlayamayız. Nasıl adaletsiz bir sistemin oluştuğunun farkına varamayız.

Cinsiyetçi iş bölümü belki de gıdayla başlıyor

Karnını doyurmak, insanın ihtiyaçlar hiyerarşisinde birinci sırada olduğuna göre, cinsiyetçi iş bölümü sorununa bir de besin kaynağı bulma emeği açısından bakalım:

Derleyici-Avcı* toplumdan itibaren kadının üstlendiği toplayıcı rolünün değişmediği bazı antropologlar tarafından dile getiriliyor. Hatta kabilenin karnının doyurulmasını daha çok kadınlar sağlıyordu. Çünkü erkeğin av etiyle döneceğinin garantisi çoğu zaman olmayabiliyordu. Ancak endüstriyel tarım ve yaşam biçiminin gelmesiyle birlikte kadının gıda ile kurduğu ilişki özel ve kamusal alanda başka bir boyut kazandı.

Peki kadının tarih içinde görülen toplayıcılık rolü doğurganlığına mı bağlıydı? Bir başka deyişle kadını avcı değil de toplayıcı yapan doğurabilen ve emziren olması mı? Biliyoruz ki bazı kadınlar doğurmamayı da tercih edebilir ya da bugün bilimin geldiği nokta itibariyle erkekler de doğurgan olabilir. Her kadın emziren olmak zorunda da değil, savaşçı Amazon kadınlarının tek göğüslerini aldırarak cirit atmada ustalaştıkları da biliniyor. Bunun yanı sıra Derleyici-Avcı dönemde derleyicilik avcılığa göre hiyerarşik olarak değersiz, daha aşağı görülmezken erkeklerin doğum kontrolü meselesinde sorumluluk üstlendiğine dair anlatılar da mevcut.

Kadın, tarih içinde hangi tohumun, ağaç kabuğunun şifalı, hangi otların, deniz ve su kıyılarındaki canlıların yenebilir olduğunu bilmeye dayanan toplayıcılık rolünü ve buna bağlı olarak gelişen  şifacılık yeteneğini birlikte sürdürdü. Ancak kadın şifacılığı, tarihin başka bir evresinde, Ortaçağ’da Avrupa’da büyücülük ile ilişkilendirilerek cezalandırılma gerekçesine ve cadı avları aracılığıyla topyekun bir yok etme sürecine dönüştü. Evin özel alan haline dönüştürülmesi ve kadının emeğinin özel alana hapsedilip değersizleştirilmesi de bu dönemlere rastlıyor diyebiliriz.

Mülkiyet ilişkilerini tartışan Kadının İşi Erkeğin Mülkü kitabı, erkeklerin agresif ve baskın (dominant) olmasının nedeni üzerinde durur. Kitapta, neolitik dönemde, kapitalizmin de babasoyluluğun da temellerinin atıldığı ifade edilir.1 Nadiren kanıtları bulunmuş bazı anaerkil topluluklar var olsa da genelde erkeğin kadın üzerindeki tahakkümünün o dönemde yaygınlaştığı üzerine bir dizi başka kaynak da mevcut. Neolitik çağda kadına tahakkümün başladığını, arkeolojik çalışmaların sonuçları da ortaya koyuyor. Bu dönemde, kadınların yeterli ve sağlıklı gıdaya ulaşamadığına dair ipuçlarına Çatalhöyük kazılarında da rastlandı. İncelenen kafataslarında kadınlarda daha çok diş çürükleri olduğu belirtiliyor. Kadınların gıdayı toplamalarına rağmen kendilerinin yeterli ve sağlıklı beslenememesi, patriyarkanın o zamanlar başladığına işaret ediyor. Bunun bugüne yansımasının da gıdanın besin değeri en yüksek olan kısmının erkeklere ikram edilmesi şeklinde olduğunu görebiliyoruz…

Üretim ve tüketim içinde toplumsal cinsiyet rolleri

Üretim ve tüketim süreçlerinde toplumsal cinsiyet rolleri neleri kapsıyor? Bu sorunun cevabı kadının toprağa sahip ya da sahip olmaması durumuna göre değişiklik gösterebiliyor (Burada kadının özgür iradesiyle kendi denetiminde kullanabileceği bir topraktan söz ediyoruz). Dünyadaki tarım topraklarında kadınların payının % 5-10 arasında olduğu belirtiliyor. Türkiye’de ise bu oran bazı bölgelerde % 5’e kadar düşüyor. Bunun anlamı ise şu: Dünyada kadınların ezici bir çoğunluğu mülksüz. Bazı ailelerde toprak miras yoluyla bölüşülürken en verimsiz topraklar kadınlara verilerek buna razı olmaları bekleniyor. Hatta bazı bölgelerde kadınlara mirastan feragat sözleşmesi imzalatılıyor. Ekonomik kuramlarda dahi kadın, toplumun sürekliliğine hiçbir katkısı olmayan bir canlı gibi ele alınıyor. Yeni Zelandalı ekonomist feminist yazar Marilyn Waring, Eğer Kadın Dikkate Alınsaydı (If Women Counted) kitabı ve TED konuşmasıyla bu konuyu çok iyi vurguluyor. Kırsalda toprakla uğraşan kadına da yakından bakan Waring, kadının doğurmasına, emzirmesine, bakım ve ev içi emeğine ekonomik büyüme konuşulurken hiç yer verilmediğinden bahsediyor.2

Oysaki bir taraftan da Birleşmiş Milletler Gıda Teşkilatı FAO (Food and Agriculture Organization) verilerine göre hala dünyayı % 70 oranında küçük aile tarımı besliyor. Kadın, gıdaya tohumdan sofraya kadar olan tüm yolculuğunda emek veriyor. Kırsalda toprağı olmayan kadın ise gündelikçi ya da mevsimlik işçi iken, özellikle gelişmiş ülkelerde genç kadınların kentte ilk işi garsonluk oluyor.

Gıda özgürlüğüne giden yol kadın özgürlüğünden geçer

2007 yılında, özellikle Afrikalı ve Asyalı kadınların aktif katılımıyla yapılan Neyeleni Gıda Özgürlüğü deklarasyonunda kent ve kırdaki gıda rejimini yöneten kapitalist patriyarkal kurumlara karşı gıda, su, arazi ve kadim bilgi ve deneyimlere sahip çıkılmasının önemi yanında özellikle kadın vücudunun nesneleştirilmesine dikkat çekildi. O günden bu yana 200’den fazla ülkede örgütlü olan çiftçi ve köylü örgütü La Via Campesina vasıtasıyla kadınlar, gıdanın toplumsal cinsiyet anlamında da demokratikleşmesi için uğraşmaktalar.

Dünyada 2008 Gıda Krizi’nden sonra yerli halkların ortaya attığı gıda özgürlüğü (food soverenity) kavramı; gıda güvenliğinin ötesinde herkesin sağlıklı gıdaya adaletli bir şekilde ulaşımını konu eder. Gıdanın müşterek olmasını savunur. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin çözümünü de konunun merkezine oturtur. Sağlıklı gıdaya ulaşmak için kapitalist patriyarkal sistemin sürekli beslediği cins, etnik grup, sınıf ve benzeri eşitsizliklerin çözülmesi gerekliliği üzerinde durur. Gıda aktivisti ve akademisyen Raj Patel bu alanda çalışan aktivist akademisyenlerden biri. Patel, kadınlara verilen mikro krediler ve fonların kadınları güçlendirmediğinin altını çiziyor ve bunun yerine her yerel kültüre özgün çözümler bulunmasını öneriyor.3 Ekofeminist Vandana Shiva ise gıda özgürlüğünün tohum özgürlüğüyle başladığına işaret ediyor. Uluslararası şirketlerin küreselleşme kapsamında gıda özgürlüğünü halkın elinden aldığının altını çiziyor. Küreselleşmeyle kadının kuşaktan kuşağa aktardığı bilgi ve deneyimin ortadan kaldırıldığını vurgulayarak yerel tohum özgürlüğü hareketiyle kadının toprak hakkına ve nihayetinde yeryüzü demokrasisine ulaşılabileceğine vurgu yapıyor. La Via Campesina, agroekoloji hareketi vasıtasıyla herkesin kendi ülkesine özgü geleneksel tarım çalışmalarının bilimle desteklenmesinin önemi üzerinde durmakta. Ayrıca dünya iklim zirvelerinde yerli kadınlar vasıtasıyla en yerinde radikal mesajlar veren grubu oluşturmaktalar. Türkiye’de de Üzümsen vb. çiftçi sendikaları La Via Campesina’yla bağlantılı çalışıyorlar.

Türkiye’de kooperatifleşme kapsamında gıdaya ilişkin kadın kooperatiflerinin sayısının gittikçe artmakta olması sevindirici. Böylece en azından gıda üreten, dönüştüren bazı kadınlar kamusal alana çıkmaktalar. Ayrıca COVID-19 nedeniyle Türkiye’de de sağlıklı gıdaya yönelik bir uyanış var. Ancak sağlıklı gıda için uğraşırken gıdanın yolculuğunu, tohumdan sofraya emek verenleri ve toplumsal ekosistemleri de dikkate almamız gerekiyor. Bu bağlamda elbette siz davet edin ya da etmeyin toplumsal cinsiyet konusu gelip soframıza oturuyor… Gıda özgürlüğünün kuvvetli bir toplumsal cinsiyet bileşeni mevcut ve ancak gıda özgürlüğü ve kadın özgürlüğü bağlamı birlikte kurulduğunda gidilen yol anlam kazanabilir. Gıda zincirinin demokratikleştirilmesinde ve gıdamızın özgürleşmesinde kadının görünmeyen emeğini görünür kılmak elzem görünmüyor mu sizce de?

* Avcı Derleyici yerine kadının emeğinin kabileyi doyurmada daha fazla olması nedeniyle Derleyici Avcı sıralamasını ve deyimini daha ikna edici buluyorum. Bangladeş, Hindistan gibi tarıma dayalı ülkelerde gıdanın sofraya getirilmesinde kadının payının bugün dahi % 70-80 arasında olması da bu savı destekler niteliktedir.

1 Women’s Work, Men’s Property. The Origins of Gender and Class. Edited by Stephanie Coontz and Peta Henderson, Verso Books, 1986.

2 https://www.marilynwaring.com/

3 Raj Patel, Food Sovereignty: Power, Gender, and the Right to Food, PubMed, 2012, Research Gate.

 

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.