Son olarak İstanbul Sözleşmesi’yle yeniden tartışılan kadın cinayetleri, biz Türkiyeli feministlerin uzun zamandır gündeminde. Çatlak Zemin’de daha önce bu konuya hem Türkiye hem de yakınlığımızın görece aşikar olduğu Latin Amerika örnekleri üzerinden pek çok yazıya yer verdik. Bu defaysa bize coğrafi olarak daha yakın, ama mücadelelerimizin bulunduğu nokta bakımından bir o kadar daha uzak olan İngiltere’den bir yazıya yer veriyoruz. Amacımız, kürenin bu tarafında atabileceğimiz, mücadelelerimizi ortaklaştırmaya yönelik adımlar olup olmadığını hep beraber düşünmek.

 

Microsoft’un izniyle kullanılan görsel, bir Microsoft Word belgesinde küçük harflerle, Times New Roman karakteri ile yazılan “femicide” kelimesini gösteriyor. Kelimenin altında kelime işlemcisi tarafından tanınmadığını belirten kırmızı dalgalı bir alt çizgi var.

 

Elsie Haldane

COVID-19 salgınının bu aşamasında, evde meydana gelen kadına yönelik şiddet vakalarındaki ani artışa tanık oluyoruz. Ev içi taciz ve şiddet kuruluşu Refuge, Birleşik Krallık’ın karantinaya alınmasından bu yana Ulusal Ev İçi Taciz ve Şiddet Yardım Hattı’na gelen aramalar ve erişimlerde yüzde 25 artış olduğunu bildiriyor. Bu artış kadın cinayeti sorununu gündeme getiriyor. Kadın cinayetleri her gün, dünyanın her köşesinde gerçekleşiyor. Yine de çoğumuz bu korkunç gerçekliğin boyutlarını bilmiyoruz ve “femisid” (kadın kırımı) ortak kelime dağarcığımızda yok. Kadın cinayetleri neden sessizleştirilmiş bir sorun? Bununla ilgili farkındalık yaratmak için ne yapabiliriz?

Kadın cinayeti, basitçe, neredeyse her durumda bir erkeğin bir kadını kasten öldürmesi anlamına gelir. Kadınlar her gün, dünyanın her yerinde sadece kadın oldukları için öldürülüyor. Bazı ülkelerde kız bebekler kendileri aleyhine işleyen bir sistem nedeniyle kasıtlı olarak öldürülme riski ile karşı karşıya; örneğin, başlık parasının erkeğin ailesine ödendiği ve dolayısıyla kız çocuklarının mali bir yük oluşturduğu toplumlarda. Bunun adı kız bebek cinayeti. Pek çok kız çocuk, çocuk yaşta evlilik riskiyle karşı karşıya ve bu nedenle de şiddete maruz kalma riski daha yüksek. Girls Not Brides (Gelin Değil Kız Çocuk) adlı kuruluşun verilerine göre, 15 yaşından önce evlenen kızların, 18 yaşından sonra evlenenlere göre yakın partnerin fiziksel veya cinsel şiddetine maruz kalma olasılığı yüzde 50 oranında daha yüksek.

Ergenlikte ve yetişkinlikte, kadınların partnerleri ya da eski partnerleri tarafından öldürülme riski erkeklerden daha yüksek. Kadınlar ve kızlar “namus” cinayeti kurbanı olduğunda da kadın cinayeti işlenmiş oluyor. Bu, evlilik dışı hamile kalmak, aldatmak ya da tecavüze maruz kalmak gibi, cinsellik içeren bir “suç” işlediklerinde meydana geliyor. Namus cinayetleri, ensest ya da cinsel istismarı örtbas etmek için de işlenebiliyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, dünyada her yıl 5000 namus cinayeti işleniyor, ki bu kadın cinayetlerinin sadece bir biçimi.

Bu uygulamaların bazıları Birleşik Krallık’taki hayatımızdan uzaktaymış gibi görünse de bu gerçek yanıbaşımızda. Cinsiyete dayalı şiddet her ülkeden, her türlü geçmiş ve sosyal statüden kadınları etkiliyor. Bugün, yardım kuruluşları ve hükümetlerin bütün çabalarına rağmen, bu sorunlar endişe verici oranlarda devam ediyor. Ulusal İstatistik Bürosu’na göre, yalnızca İngiltere ve Galler’de, geçen yıl ev içi cinayetlerinde 99 kadın öldürüldü; bu da bir önceki yıla göre yüzde 14 oranında endişe verici bir artış teşkil ediyor. Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi tarafından yayınlanan 2018 verilerine göre dünya genelinde her gün ortalama 137 kadın aile üyeleri tarafından öldürülüyor. Öyleyse neden bu konu hakkında konuşmuyoruz?

Bu soruya verilebilecek olası bir cevap, toplumsal normların bizi ev içi şiddete göz yummaya çağırması olabilir. Yakın zamana kadar, kapalı kapılar ardında olan şeyler mahrem kabul ediliyordu ve bizler bu kökleşmiş tutumlarımızı değiştirmek için mücadele ettik. BBC News tarafından 2003 yılında yapılan bir ankette kamuoyuna, “Polis her zaman ev içi şiddet olaylarına çağrılmalıdır,” ifadesine katılıp katılmadıkları soruldu. Katılımcıların yalnızca yüzde 29’u ifadeye katıldığını belirtti; yani ev içi şiddet çoğunlukla başkasını ilgilendirmeyen bir mesele olarak görülüyordu. Bu anket, bu tür fikirlerin ne kadar yakın zamana dek norm olduğunu kanıtlıyor.

Bazı cemaatlerin, “namus” saikiyle işlenen şiddeti kabul edilebilir bir kültürel pratik olarak tanımlayarak gizleyebileceği ya da görmezden gelebileceği düşünülüyor. Halo Project adlı kuruluşa göre, Birleşik Krallık’ta her yıl tahmini olarak 12-15 “namus” cinayeti işleniyor. Raporlanamayan vakalar olduğunu dikkate alırsak, gerçek sayı muhtemelen daha yüksek. Birleşik Krallık bu konuda bir nebze yol alındığı halde, ev içi şiddet karşısında alınmış “bırakınız yapsınlar” tutumunun etkileri devam ediyor. Kadın cinayetlerinin ne olduğu hakkında tartışmak—yani patriyarka tarafından içimize derinlemesine işlenmiş olan kadınlara yönelik bir kontrol ve saldırganlık biçimi olarak tartışmak—birçok kişinin karanlıkta kalmasını tercih ettiği bir konuya ışık tutuyor.

Kadına yönelik şiddetin uzun tarihi, bunun günümüzdeki yaygınlığının da bir sebebi. İngiltere’de 1878’e dek ev içi şiddet kabul edilebilir bir “disiplin” aracı olarak görülüyordu; evlilik içi tecavüz ancak 1991’de suç kabul edildi. Bu yasal değişiklikten önce hakim olan varsayım, evliliğin kendisinin, evlilik içerisindeki herhangi bir cinsel eylem için rıza sağlıyor olduğuydu. Sonuç olarak, kadınlara karşı şiddet uygulaması ancak çok yakın geçmişte yasal olarak kabul edilemez hale geldi. Bu da şüphesiz günümüzde de insanların tutumlarını etkiliyor. Pek çok toplumda, kadın cinayetleri “gerekli” koşullar altında neredeyse herkesçe kabul edilebilir bulunuyor—bu, birçok yerde ceza hukukunun, kadınların öldürülmesini “kültürel gelenekler” olarak kaydetmesiyle sonuçlanıyor, bu da cinsiyete dayalı şiddetin uygun ve hatta kaçınılmaz olduğu fikrini perçinliyor.

Son olarak, kadın cinayetleri hakkında konuşmuyoruz çünkü bu konuyu bilmiyoruz. Haberlerde bireysel vakaları duysak da sorunun ölçeği hakkında az konuşuluyor. Okulda veya üniversitede de, kendimiz araştırmadığımız veya bu konuyu bilen birinden öğrenecek kadar şanslı olmadığımız sürece, bunu öğrenmiyoruz. Refuge adlı kuruluş tarafından yapılan bir YouGov anketine katılan 10 genç kadından 9’u, okulda ev içi şiddete ilişkin bir şey öğrenmediğini söyledi. Bugün atabileceğimiz en bariz adım, bu konuyu ulusal müfredata dahil etmek. Cinsiyete dayalı şiddet söz konusu olduğunda, bilginin güç olduğu kesin; eğer yeni nesilde kadın cinayetleri farkındalığı yaratabilirsek, onları bunu yenmek için gerekli olan araçlarla donatmış oluruz.

Bu sorunlar konuya dair farkındalık ve anlayış eksikliğinden, ve de femisid kelimesinin tabu olmasından kaynaklandığı gibi, sorunların kendisi bu eksikliği ve tabuyu sürdürüyor. Bu sözü daha fazla kullansak, belki de kadınların öldürülmesi konusundaki farkındalığı artırabiliriz. Bununla birlikte, bu kavram gündelik dilde ve hukuki alanda kullanılmaya daha yeni başladı. Latin Amerika’daki 20 ülkenin 16’sında kadın cinayetleri “femisid” (kadın kırımı) olarak ayrı bir tür cinayet olarak sınıflandırıldı. Bu, esasen bölgede yakıcılığı bilinen bir soruna cevap olarak atılmış bir adım olsa da, terminolojinin normalleştirildiği ve bilindiği bir dünyaya kapı aralıyor. Buna nazaran, AB üyesi ülkelerdeki durum şok edici. Avrupa Cinsiyet Eşitliği Enstitüsü’ne göre, İngiltere dahil olmak üzere her bir AB ülkesi namus cinayetlerinin dehşetini ilk elden görmüş olmasına rağmen üye devletlerin hiçbiri yasalarında femisid tanımına yer vermiyor. Basitçe “cinayet” kategorisine dahil edilen kadın cinayetleri, konunun cinsiyetli doğasının görmezden gelindiğini gösteriyor. Nedenleri görmezden gelmeye devam etmenin tek bir sonucu olacak: Kadın cinayetleri devam edecek. Kadınların öldürülmesi konusunda açık bir yasal tanım olmaksızın, bununla nasıl mücadele etmeyi umabiliriz?

Kadın cinayetleri tam şu anda işleniyor. Siz bu makaleyi okurken işleniyor. Ev içi şiddet herkesi etkileyebilen bir mesele olduğu halde, kadın cinayetleri kavram olarak bilinmiyor. Bunun örtük bir örneği, bir belgeye veya metne “femisid” yazdığınızda, [kelime işlemcinin] bu kelimenin altını otomatik olarak çizmesi, sanki bu bir sabuklamaymış gibi. Bu kelimeyi ne kadar çok kullandıkça ve normalleştirirsek, farkındalığı da o kadar artırabilir ve toplumu omuzlarından sarsabiliriz. Bu farkındalık, bize bu sorunla daha iyi mücadele etme ve potansiyel olarak kadınların hayatlarını kurtarma becerisi getirecek. Ancak bu değişikliklerin çok yakında gerçekleşmesi gerekiyor. Kadın cinayetlerinin halının altına daha fazla süpürülmesini kaldıramayız.

Çeviren: Hanife Aliefendioğlu

Bu yazının orijinali 8 Ağustos 2020 tarihinde the f word sitesinde yayınlanmıştır.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.