Kadınlar, ayaklarına dolanan onca yüke rağmen, çalıştıkları işyerlerinde yaşadıkları hak kayıplarına, haksızlıklara, tacize, patron baskısına ve mobbinge ilk karşı çıkanlar oluyorlar.

Bildiğimiz, bilmediğimiz, tanık olduğumuz ya da hiç duymadığımız pek çok işçi direnişinde, kadınların isyanın öznesi olarak öne çıktığı su götürmez bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. İster sendikal bir örgütlenme sonrası başlayan direnişlerde ister güvencesiz koşullarda çalışılan işyerlerindeki fiili direnişlerde kadınlar hızla organize oluyor, direnişteki yerini alıyor. Hemen herkesin bildiği bu gerçeği gözlemlemek ve tespit etmek ise oldukça kolay.

Sendikal örgütlenmelerin başındaki kadınlar çoğunluk sağlanana kadar canla başa direniyorlar. Bilhassa sendikal sebeplerle işten çıkarmalardan doğan direnişlerde kadınların öne çıkması da bunun bir sağlayı gibi. Hem işsiz kalmaya karşı yürüyen bir mücadele hem de binbir emekle kazandıkları sendikanın kalıcı olması için verilen bir mücadele.

O kadar ortak dert, direnmek için de o kadar çok sebep var ki kadınlar, ayaklarına dolanan onca yüke rağmen, çalıştıkları işyerlerinde yaşadıkları hak kayıplarına, haksızlıklara, tacize, patron baskısına ve mobbinge ilk karşı çıkanlar oluyorlar. İşyerlerinin daha iyi, eşit, özgür yerler olması için örgütlenmeyi, işten çıkarılma, haklarını kaybetme, iftiraya uğrama, şiddet görme tehditlerine rağmen başarıyorlar.

İş, işyerinde temsilcilik seçimlerine, sendika genel kurul süreçlerinde delege seçimlerine ya da sendika yönetimlerinin oluşmasına gelince, ortalığı erkeklerin kaplaması ise başka bir sorun. Kadınların çok fazla yükü olduğunu, yeterli zamanlarının olmadığını, üstelik sendika yetkilisi olmayı kendilerinin istemediğini telkin eden bir erkek sendikal anlayış ve bürokrasisi mevcut. Bu erkek egemen anlayış, kadınların özellikle işyerlerinde ögütlenme süreçlerinde aktif mücadele yürütürken de aynı yükleri taşıdıklarını yani evde çocuk ve yaşlı bakımını üstlendiklerini, toplumsal cinsiyetlerinden ötürü ev işleriyle yüklü ve tek başına olduklarını ise çabucak unutuyor, bu gerçeği görmek istemiyor.

Alpin, Acarsoy ve ETF Tekstil direnişlerinde kadınların verdiği mücadelenin ortak yanları

İçinde bulunduğumuz yılın ilk direniş haberi, İstanbul Beylikdüzü’nde faaliyette bulunan ve işçilerin sendikal örgütlenme başlattığı Alpin Çorap’tan gelmişti. Şubat ayı içerisinde düşük zam nedeniyle çoğunluğu kadın işçi üç vardiyada iş durdurdu. Direniş devam ederken genel müdür işçileri, işe başlamamaları halinde iş akitlerini tazminatsız feshetmekle tehdit etti. Türk İş’e bağlı Deriteks Sendikası’na üye olan işçiler tüm taleplerini kabul ettirerek işbaşı yaptılar.

Çorap işçilerinin direnişlerinin artmasında kıvılcımı başlatan Alpin Çorap’ta işçiler haklarını aldıktan sonra küçülme bahanesiyle işten çıkarmalar başladı. Bu işçilerden biri olan Ayten ile 21 Haziran’da Kadın İsçi’de çıkan söyleşide şunlar anlatılıyor: Kendilerinin de şaşırdığı ve gurur duyduğu eylemde kadınların önde olmasının sonuçları, sonrasında baskıya dönüşmüş. İşyerinde baskı ve mobbing artmış. Ayten: “Gençliğimi ve sağlığımı verdim Alpin’e. Bu işi burada bırakmayacağım. Yılların emeği, benim emeğimdi. Arkamdan nakörlük yaptı demişler. Sürekli bunu işten atın diye tehdit ediyorlardı. Haklılığımı ispatlayıp işe geri döneceğim. İnsanları sendika üyesi yapmak için tekrar çalışacağım”. İşte Ayten hepsini birden yaşamış. Sendikal örgütlenme, işten atılma tehdidi ve baskı, işsizlik…

Öte yandan Acarsoy işçisi kadınlar Bursa’da direniyorlar. Öz İplik İş Sendikası’na üye oldukları için dört kadın işçi işten atıldı. İlk işten atmanın yaşandığı 10 Mart’tan bu güne Acarsoy’da direniş devam ediyor. Sendika bir işçi için bir var olma biçimidir. Haklarıdır. Gücüdür. Patron karşısındaki zırhıdır.

Geçtiğimiz Haziran ayında Yoksulluğa Karşı Feminist İsyan Kampanya Grubu, direnişlerine ortak olmak için Bursa’ya dayanışmaya gitti. Şimdi de dayanışmayı büyütmek için kampanya yapmaya devam ediyorlar. Kampanya grubundan Feride Eralp ve İrem Gerkuş’un Acarsoy direnişindeki kadınlarla yaptıkları söyleşide şunlar anlatılıyor: Çalışanların %70’inin kadın olmasına rağmen kadınların  ihtiyaçları dikkate alınmıyor, ücret ve zam eşitsizliği yaşanıyor, sürekli hızlandırılan ağır makinalarda çalıştıklarından sağlıkları bozuluyor. İşçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri alınmıyor. İçtikleri suya, giydikleri kıyafete bile karışılıyor. Sürekli baskı, mobbing ve cinsel tacize karşı örgütleniyorlar. Acarsoy direnişçilerinden Emel: “İlk önce işimize geri dönmek ve sendikal haklarımızın tanınmasını istiyoruz. Kadınlar sendikalı olmaya korkuyor, çekiniyor. Aslında hepsi sendikalı olmak istiyor”. Dilek: “Kadınların işleri daha ağır olmasına rağmen erkekler daha fazla ücret alıyor. Biz tuvalete bile gidemiyorduk. Gider gitmez kapı yumruklanıyordu. Giydiğimiz kıyafetlerle ilgili çok taciz oluyordu”.

İşten attıkları Dilek’in çocuğunu kreşten attılar; direnişteki kadınların gölgesinde oturduğu ağacı kestiler. Sınıf savaşında taraflar düşmandır. Evet bu örneklerde olduğu gibi, patriyarkal kapitalizmin kadınlara karşı yürüttüğü mücadelede düşmanlık kavramı tam da anlamını buluyor.

ETF işçileri de Alpin Çorap ve Acarsoy Tekstil işçileri gibi sendikalaşıyorlar. Fabrikayı kapatarak topluca çıkış vermek isteyen patron, işçilerin kazanılmış haklarını ise vermiyor. Onlar da 42 gündür  gece gündüz fabrikadan ayrılmayarak gasp edilen hakları için direniyorlar. Geçtiğimiz günlerde patronun, devlet gözetiminde fabrikadan malları kaçırmasını protesto eden bir kadın işçi şöyle seslenmişti: “Sizin devletiniz bu! Biz merakımızdan mı yatıp kalkıyoruz burada. Hakkımızı vermiyorlar. Patron kendi lüksünün peşinde. Ev geçindirmeye çalışan insanlar bunlar. Hakkımı helal etmiyorum”. Aslında sermayesini kendi elleriyle yaratmış bir devlet geleneği açısından bu arka çıkma şaşılacak bir hareket değil. Bununla birlikte pek çok işçi direnişinde olduğu gibi ETF direnişinde de bu  devlet sermaye işbirliği işçilerin öfkesinin düğümlendiği en önemli konu oluyor. Ve işçilerin mücadelesi sayesinde devlet sermaye çıkar birliği her seferinde deşifre oluyor.

Türkiye’de faaliyet gösteren sanayi kolları içerisinde tekstil sektörünün, işgücünün niceliği bakımından, istihdam ve ticaret bakımından önemli bir yeri var. Tekstil,  emeğin yoğun ve ucuz olduğu, güvencesizliğin ise  istihdam biçimi haline getirildiği bir sektör olması sayesinde kapitalist rekabet içerisine giriyor. Bu bakımdan sendikasızlığı da bir çeşit politika olarak dayatıyor. Sendika hakkı en temelde anayasal hakkımızdır. Her sektörden işçi, en temel hakkı olan sendikayla birlikte çalışmak, haklarını korumak ve geliştirmek istiyor. Tekstil sektörü için ise sendikasızlık, adeta ucuz ve güvencesiz işçi çalıştırmanın politikası olarak uygulanıyor. Tekstil patronları tüm dünyada rekabet güçlerini arttırmak üzere işçileri sendikasız bir şekilde çalıştırıyorlar. Bunu en fazla tekstil sektöründe görüyoruz. Kitlesel bir şekilde var oldukları tekstil sektöründen kadın işçiler yukarıdaki üç örnekte olduğu gibi, en çok sendikasızlıkla, ücret eşitsizliği, taciz ve baskıyla mücadele ediyorlar. Ve katmerli bir sömürü altında, direnişlerin öznesi olarak hem devlete hem de patriyarkal kapitalizme karşı “en önde” mücadele eden oluyorlar.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.