Tıpkı kadın-erkek ikiliğinde olduğu gibi, çocuk-yetişkin ikiliğinin verili kodlarını irdelemek de toplumsal hiyerarşileri sorgulama yolunda önemli bir adımdır.

Muses – Diana Stoyanova

Türkiye’de feminist araştırmalara giderek daha aşina olduğumuz bir literatür gelişiyor. Buna karşın, “kadın” dışındaki öznelerin feminist çalışmalara dahil edilmeleri oldukça yeni bir süreç. Emine ile derlediğimiz Türkiye’de Feminist Yöntem[1] kitabında “kadın” dışındaki öznelerin feminizme nasıl dahil edilebileceğine dair tartışmalara yer vermenin heyecanını yaşadık.

Okumakta olduğunuz bu kısa yazıda, çocukluk çalışmaları ve feminist yöntemin sürdürdüğü faillik tartışmaları arasındaki paralel ilişkiden yola çıkarak; feminizmin çocuk ile geç kalmış buluşmasının[2] sevinçli bir birlikteliğe yol açabileceğini vurgulamak istiyorum. Bu birlikteliğe dair umudum, çocuklara “doğal” olarak yüklenen bir “sevinç”ten kaynaklanmıyor. Aksine, çocuksevinç çağrışımını sorgulatacak verili sabitliklerden taşan bir birlikteliktir altını çizmek istediğim. Çünkü bu sabitliklerde, sevince iliştirilmiş çocuğun yerine yetişkini koymak sevinci; çocuğa iliştirilmiş sevincin yerine de ne koyarsak koyalım çocuğu eksiltiyor! Tıpkı kadın-erkek ikiliğinde olduğu gibi, çocuk-yetişkin ikiliğinin verili kodlarını irdelemek de toplumsal hiyerarşileri sorgulama yolunda önemli bir adımdır. Dolayısıyla, çocukluk çalışmalarının feminizme, özellikle kuşak ilişkilerine odaklanma bağlamında, kadınlar arasındaki farklar tartışmasından daha geniş bir perspektif sunabileceğine inanıyorum. Diğer taraftan feminizmin, çocukluk çalışmalarına çocuklar arasındaki eşitsizlikler ve homojen çocuk kategorisinin sorgulanması bağlamındaki olası katkısı da elbette oldukça sevindirici. Dolayısıyla bu buluşmanın sevinçli bir buluşma olacağına dair herhangi bir kuşku taşımamak için yeterince sebebim olduğunu düşünüyorum.

Yetişkinle görünür olan ‘çocuk’

Söz konusu sevinçli buluşmanın geç kalmış bir buluşma olmasına rağmen çocuklar feminist çalışmalarda elbette yok değil. Özellikle son birkaç on yıldır çocukluk çalışmaları[3] İngilizce literatürde farklı feminist perspektifler çerçevesinde sıklıkla ele alınıyor. Ancak gerek dünyada gerekse Türkiye’de çocuğun fail olarak görülmesinin oldukça yeni bir eğilim olduğunu söyleyebiliriz. Diğer taraftan, her ne kadar çocuğun etkin bir özne olarak görülmesi bağlamına katabileceği çok şey olsa da feminizmin çocuğu feminist bir perspektifle anlama çabasının maalesef çok yaygın olmadığını biliyoruz. Oysa kadının anne olmasından, bakım işlerinden sorumlu görülmesinden bahsettiğimiz her an, bir çocuk imgesi belirir sahnede. Evet, çocuklardan bahsedilir ama bu imgeler genelde çocuk değil çocuğun kadının yaşamına eklemlenmesi üzerinden resmedilir. Dolayısıyla çocuklar feminist çalışmalarda ancak bir yetişkin olan kadın vasıtasıyla görünür olurlar.

Feminist çalışmalarda, kadın özgürlüğüne engel olarak tasvir edilen çocuk, bu bağımlı ilişkiden kurtulamayacak mıydı? Bunun da vakti gelecekti kuşkusuz! Nihayet bugün baktığımızda, çocuklar bilgi üretim süreçlerinin özneleridir artık. Ancak, feminist hareketle kadınlar sayesinde kazanılan var olma hali, çocuklar için farklı bir biçimde ortaya çıktı. Çocukluk çalışmalarında çocukların öznelliği, çocuklar tarafından değil, yetişkin eli ile görünür kılındı. Bu ayrım, çocukların görünürlüğünün belki daha geç dile getirilmiş olmasına sebeptir. Ancak geç de olsa fark edilen bu öznellik, feminist teoriye ve araştırmaya önemli katkılarda bulunmuş ve bulunmaya da devam ediyor.

Kuşak ilişkilerini anlama

Çocuk ve eğitim konularındaki çalışmalarımda feminist çalışmalar ile çocukluk çalışmalarının birbirlerine katkılarını, yaş ve toplumsal cinsiyet eksenli güç ilişkileri bağlamında tartışmaya gayret ediyorum. Bu karşılıklı beslenmelerin gerekliliğini daha anlaşılır kılmak adına şunun altını bir kez daha çizmekte fayda var: İçerdiği tahakküm ilişkilerine rağmen kuşak ilişkileri, feminist çalışmalarda yetişkin-çocuk, genç-yaşlı olarak değil; daha çok feminist hareket içerisindeki farklı kuşaklara mensup kadınlar arasındaki ilişkiler temelinde kendisine yer buluyor. Oysa ki, çocukluk çalışmalarının tahakküm ilişkilerini yaş üzerinden anlarken ortaya koyduğu kesişimsel eksen, feminist kadınlar arasındaki kuşak ilişkilerini anlama noktasında da oldukça elverişli olabilir. Diğer taraftan, çocukluk çalışmalarının yaş kaynaklı tahakküm ilişkilerini sorunsallaştırması bizim aynı zamanda “Ataerkil toplumda ikincil pozisyondaki kadın, çocuk üzerinde yaş kaynaklı bir otorite kuruyor mu?” sorusunu sormamıza da imkan tanıyor. Ki bu soru, tahakküm ilişkilerini yaş ve toplumsal cinsiyet ekseninde görmeye alışık olduğumuz; ailenin yaşlı erkek bireyi ve diğerleri ikiliğinin dışına taşıma fırsatı da sunuyor. Diğer taraftan, bir kadın öğretmenle sınıfın “alfa”sı erkek öğrenci arasındaki ilişkiyi sadece yaş kaynaklı değerlendirmek, toplumsal cinsiyet rollerinin önemli rolünü hiçe saymak anlamına geliyor ve çocukluk çalışmaları da işte en çok bu noktada feminizmin katkısına ihtiyaç duyuyor.

Alışılmadık roller

Bu önemli katkıları harmanlayıp feminist araştırmanın içine kattığımızda, tartışma daha heyecan verici bir hal alıyor. Kendi saha araştırmamdan yola çıkarak bahsedecek olursam; bir ana sınıfında hem yetişkin, hem kadın rollerine ilişik bir araştırmacı olarak hem çocuklar, hem de öğretmenlerle oldukça hareketli günler geçirdiğimi söyleyebilirim. Öğretmenlerin benimle yetişkin iş birliği kurma isteklerini, yani çocuklar için iyi olanı bilen yetişkin rolü beklentilerini feminist duygularla boşa çıkarmış olmam; çoğu kez alışılmadık bir yetişkin olarak görülmeme neden oluyordu. Benzer biçimde kadın olduğum için oyunlarda ya da kriz anlarında kız çocuklarından taraf konumlanmam beklentisini her zaman karşılamıyordum. Bu da öğretmen ve çocukların gözünde yine alışık olunmayan bir kadın “profili” yaratıyordu

Saha çalışmamda çocukluk çalışmalarından ödünç aldığım alışılmadık yetişkin ve feminist tartışmalardan ödünç aldığım alışılmadık kadın rollerine bürünmek, konumlandırıldığım yerleri inkar etmek niyeti ile büründüğüm roller değildi. Kalıplaşmış toplumsal cinsiyet ve kuşak rollerine dayanan ilişki kurma biçimlerine karşı rahatsız edici feminist bir duruş çabasıydı benimki. Ama sırf feminist olmak için de değildi bu çabalar, daha çok bir araştırmacı olarak kendi öznelliğimi bastırmamak içindi. Ki sıkça kendimi hem yetişkin olmanın getirdiği ayrıcalıkları kullanırken, hem de kadın olarak ikincil konumlanma hallerini yeniden üretirken buluyordum. Zaten feminizm bunun gibi dinamik ilişkilerde, öznelliğimizi yargılamadan anlamada ve gücün akışkan konumlanışını görmede yanımızda değil mi?

[1]Erdoğan, E. ve Gündoğdu, N. (2020) Türkiye’de Feminist Yöntem, İstanbul: Metis Yayınları.

[2]Gündoğdu, N. (2020) “Çocuklar” ve “Yetişkinler”, “Kızlar” ve “Erkekler”: Anasınıfındaki Güç İlişkilerine Feminist Yöntem ile Bakış, Türkiye’de Feminist Yöntem içinde, Haz. E. Erdoğan ve N. Gündoğdu, İstanbul: Metis Yayınları.

[3]Bloomsbury’den 2019 yılında çıkan Feminist Thought in Childhood Research kitap serisi alana önemli katkıları sunmuştur.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.