genç komşum leyla beni kapıda yakaladı.

-ya dedi abla hani senden öğrendiğim hünkar beğendi var ya, işte korhan bunu çok sevdiydi. geçen yine patlıcan görünce yapayım dedim. yaptım da. üç saat uğraştım, yoruldum. üstüm başım, mutfak falan da koktu bi güzel. aman dedim neyse her gün yapmıyorum ya yesin afiyetle. korhan bi iştah, bi iltifatla oturdu sofraya. bir iki çatal aldı ama o tezahürat ekşi bir surata döndü. yavaşça bir “ne güzel” deyip yedi. ama anladım ben. hiç ses etmedi. kalktık sofradan. “biraz daha kaldı yer misin?” dedim, “yok yarın artık” deyip sessizce süzüldü.
yemeğin tadı bence güzeldi. uzatmadım ben de. ertesi gün oldu sofraya oturduk. dedim ki “yeni yemeğin yanında kalan hünkar beğendiyi de yiyelim, atılmasın.” ağzının içinde homurdandı. attı benim sigortalar. “hayırdır beğenmedin galiba sen bu sefer?” dedim.
ya dedi, “biraz acı olmuş.”.
“patlıcan bitiyor ondandır ama bence güzel, o kadar acımsılık normal” dedim. yok bunun yoğurdu mu eksik sütü mü fazla vız vız bişeyler.
“yahu dedim sen kaç kere beğendi yaptın? hiç. peki annen kaç kere yaptı? hiç. peki hayatında kaç kere yedin? iki kere. e nerden biliyon içinde ne var ne yok, ne eksik ne fazla? ben sana diyom mu bu ay iyi çalışmamışsın paranı beğenmedim? her ay aynı maaşı alıp koyuyon masaya. hem ben onu yapmak için normal bir yemeğe harcanandan iki kat fazla zaman harcadım. sen bu ay iki kat çalıştın mı? yok. ne bok yemeğe beğenmiyon hünkar beğendiyi peki?”.

-ahahahahah ya leyla valla çok tatlısın. adam sevmemiş olabilir ya da sen bu sefer tutturamamış olabilirsin belki. ne var bunda?

-olur mu ya öyle? aynı emeği harcadım ben. pazar günü o film seyretti ben üç saat mutfakta patlıcan közledim. yok biraz acıymış. sen hünkar mısın da beğenmiyon? işçisin yaw, kazandığın para belli. fakir işçinin bir hünkardan fazla nesi olabilir?

-senin gibi bir karısı :))))

-abla onun patronu sen bugün hafif acı çalıştın diye surat yapıyor mu? yok. o zaman o da bana yapmasın. allahın işçisi, yok bi daha ona hünkar beğendi falan.

-yapma kız leyla, bak ben sana yeni bir tarif vericem, yaz kenara: “kabak kalye”.
yesin de görsün gününü.

Rumuz: Evfeministi

Merhaba sevgili Evfeministi,

İlk mektubundan sonra seninle yeniden karşılaşmak, genç komşun Leyla ile de tanışmak ne güzel oldu. Yaşadıklarını yazmaya devam etmen beni çok mutlu etti. Hikayelerinle güldürerek, yine yükümü hafifletmeye çalıştığın da gözümden kaçtı sanma. Teşekkür ederim. Bana açıkça sorular sormadığını, akıl danışmadığını görüyorum. Eh o zaman geçelim çağrışımlara…

Hikayedeki ev feministi Leyla’nın işçi kocası Korhan’a isyan etmesi ve onunla aşık atmaya kalkışması eminim birçok feministin kalbini okşayacaktır. Erkekler yaptığımız leziz yemeklerle birlikte görünmeyen emeğimizi de bedavaya midelerine indirdikleri sürece, hepimiz biraz ev kadınıyız sonuçta. “Kadın işi” olarak etiketlenen her şeyin herkesin uzmanlık alanı oluvermesine, hayatında buna el sürmemiş adamın neyin eksik neyin fazla olduğuna dair akıl vermesine, yani işi hem kadına sabitleyip hem de kadının bu konudaki deneyimini ve bilgisini yok saymasına (yine mi mansplaining!) gıcık olmamak elde değil.

Yine de ben erkeklerle rekabetin bizi eşitlemekten ziyade aynılaştırması riskini de atlamayalım derim. Adamı patlıcan gibi ezmek zorunda değiliz ama ev işlerinde imece ve rotasyon talep edebiliriz.

Patronların surat yapmak için bahaneye ihtiyaç duymadığı, güvencesiz çalışma koşullarında, işçi erkeğin emeğini değersizleştirmek de hata olur zannımca. “Kadın erkek el ele, özgür günlere,” diyen kocalarla, mücadeleyi evde cinsiyetçi iş bölümüne karşı başlatmak, hem kadın hem erkek için çok devrimci bir tutum olabilir. Üstelik, kuşkusuz (!) bir kere değil, günde üç öğün “sürekli devrim” yapmak her devrimciye nasip olmaz!

Neticede komşu kadın dayanışması ferahlatıcı ve doyurucu olduğu kadar, ufuk açıcı. Yemek tarifi vererek anlaşan kuşaklar dolusu kadın var. Bir “kabak kalye” tarifinin, asla sadece bir yemek tarifi olmadığını hepimiz az çok biliyoruz. Yine de unutmamamız lazım: “Kadını mutfağa kapatıyor, sonra da ufkunun darlığına şaşırıyoruz; kanatlarını kesiyor, sonra da uçamıyor diye yakınıyoruz,” demişti Simone de Beauvoir. Cinsiyete dayalı iş bölümü, erkek egemen sistemin devamlılığının koşulu. Tarihte yönetici, düşünür, bilimci ya da sanatçıların büyük çoğunluğu erkekse, bunun maddi koşulları var. Dolayısıyla cinsiyetçi iş bölümünü dönüştürmek için haklı nedenlerimiz ve gücümüz var. Erkeklerin, kadınların “görevlerini” doğal bularak sürdürdüğü bu düzen yıkılmaz kale değil. Dayanışma ve mücadele tariflerimiz bol olsun!

Melda Yaman Öztürk, “Cinsiyete dayalı iş bölümü üzerine notlar: Kavramsal ve tarihsel ipuçları”. Feminist Politika, Sayı: 16 (Sonbahar 2012), s. 16-17.

 

Görsel: Weronika Gosicka

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.