Merhaba Femihat,
Ben 26 yaşında, sosyoloji mezunu bir kadınım. Gece gece darlandım, günlerdir beni yiyip bitiren o iç sıkıntısı yine geldi oturdu. Kara kara düşünürken sana yazayım dedim. Bir feminist olmama ve kadın olarak iyisiyle kötüsüyle birçok deneyim yaşamama rağmen ben hala ‘hayır’ diyemiyorum. Şöyle örnek vermem gerekirse, ben tezgah açıp ikinci el giysiler satarak geçimimi sağlamaya çalışıyorum şu ara. 10 gündür açıyorum. Haliyle tezgahıma da her türden insan gelip gitmekte. Bugün mesela yaşlı ve mendil satan bir amca geldi. Buyur ettim. Sohbet etmeye başladı ve oğlunun bekar olmasından başladığı yakınmaları, eskiden kadınların zevkle yaptıkları seksi, artık parayla yapmaları gibi saçma sapan bir yakınmayla son buldu. Tepki vermedim ve gitmesini bekledim. Ya da içten içe yalan söylediğini hissettiğim ve pek de hazetmediğim bir adamı, numaramı istediğinde, tedirgin olmama rağmen reddedemedim. Ve şimdi saçma sapan arayıp halimi hatrımı soruyor ve ben hala salak gibi açıyorum telefonu. Bu türden şeyler çok fazla başıma geliyor. Aman ayıp olmasın, belki ben abartıyorumdur diye diye kendimi hiç istemediğim durumların içinde buluyorum. Akşamları uykulu uykulu yatağa gittiğimde ve başımı yastığa koyduğumda beni bir iç huzursuzluk başlıyor almaya. Neden tepki veremediğimi dert etmeye başlıyorum. Dön dur yatakta. Sonra ağlamaya başlıyorum. Bazen kafamın içi öyle bir kaosa dönüyor ki, neden olarak önüme hiçbir şey koyamıyorum. Sonra o öfke, kendime yöneliyor ve ben işin içinden çıkamıyorum. Bu gece yine o gecelerden biri ve velev ki varsın, sana yazayım dedim. Düşüncelerini merakla bekliyorum. Dayanışmayla…
Rumuz: İşportacıkadın
Sevgili İşportacıkadın,
Durumun saçmalığına mı yanarsın, adamın arsızlığına mı… Aslında hepimizin sonsuz kere yaşadığı ve sonsuz kere yine de şaşırdığı hep aynı bilindik sahne: Usul usul hayatını yoluna koymaya çalışırken pirincin içinden çıkan taş gibi hayatına durup dururken dahil olan adamlar ve nereden edinildikleri belli olmayan bilgileri ve hiç bitmeyen fikirleri ve bütün bu sürpriz paketin aniden orta yere açılıp saçılıvermesi. Anlık etkili park ederken koşa koşa gelen “abla öyle girmezsin önce burnunu sok”çulardan tut “çocuk acıkmış ondan ağlıyor”culara (acaba çocuğu varsa kaç kere besledi ömrü hayatında??), “okulunu bitirmene kaç sene kaldı, evlenmeyecek misin”cilere hepsi aynı kaynaktan köken alıyor, hayatlarımıza yayıldıkça yayılıyorlar. Üstelik bu değerli kişilikleri ve fikirleri ile ilgilenmeyebileceğimize dair en ufak bir kaygıları dahi olmadan. Niye ilgilenmeyelim değil mi zaten biz de sokağa çıkmış fikir arıyorduk, kendimizinkileri nereye koyduk hiç bilemiyoruz çünkü adeta…
Bu sebepsiz özgüven atakları karşısında biz de bazı davranış kalıpları geliştiriyoruz elbette. Karşımızdakiler tarafından eşit muhatap alınmadığımız o kadar açıkken de çok seçeneğimiz olamıyor maalesef. Ya yekten karşı çıkıp “cadı”, “şirret”, “heyheyleri üstünde” etiketlerinden üstümüze en yakışanını alıp yola devam edeceğiz ve etraftaki “ama…böyle…yaparsan…seni… kimse… sevmezzz!!”lere kulaklarımızı tıkamaya çalışacağız ya da çok fazla “arıza” çıkarmadan, uslu çocuklar gibi kafamızı sallayıp bu çilenin bitmesini bekleyeceğiz. Hadi itiraf edelim: Çoğumuz, çoğu zaman ikinciyi seçiyoruz. Peki neden? Çünkü hayat uzun, patriyarka ondan da uzun. Çünkü her dakika uğraşınca bu meretle, her dakika yüzleşmeye enerjimiz de nefesimiz de yetmeyebiliyor. Çünkü çoğu zaman “beklentileri karşılamak” adlı sonsuz gayretin içinde kendimizi kaybediyoruz. Çünkü bitmeyen bir yetersizlik hissi gölgemiz olmuş tarihimizin talihsiz bir noktasında. Çünkü “huzur bozmaması” öğretilmiş yedi yaşındaki benimiz hala orada içimizde bir yerde. Bitmek bilmeyen çünküler, her bedene her keseye uygun.
Ama burada esas önemli nokta şu ki zaten amca suretinde patriyarka bizi bir taraftan darlarken, onunla yeterince kapışmadığımızı düşünerek kendi kendimizi iyice cendereye sokuyoruz ve evet çoğu zaman çoğumuz bunu da yapıyoruz. Arkamızı döndükten sonra gelsin “ayyy öyle deseydim”, “şöyle tersleseydim”li gerçekleşmemiş kahramanlık senaryoları. Katmerlenen yetersizlik hissi, bu sefer de “kendi özne” halimizin beklentilerini karşılayamamanın hayal kırıklığı ve aynen senin söylediğin gibi karşımızdakine dile getiremediğimiz öfkenin zaten yüzü gözü bereli “kendi”mize geri dönmesi…
Buralardan başlayan döngüler hiç bitmiyor, doğru yere itiraz etmek yerine insanı kendine hapsediyor İşportacıkadın canım. Bence bu döngüyü kırmak için önemli olan şey, bu beklentiler ve etrafında oluşan hale üzerine düşünmek ve şu iki soruyu sorabilmek: Bu beklenti gerçekten kimin beklentisi? Ve ben niye bunu yerine getirmek zorundayım? Onu yapmazsam, bunu demezsem ne kaybederim? Daha mı az iyi insan olurum? Peki kim karar verdi ki benim sevmediğim birine, bir erkeğe katlanarak daha iyi insan olacağıma? Veya her an her şeye itiraz etmem gerektiğine? Belki beklentileri karşılamak için sonsuz çabalamak ve zaten gerçekleştirilemeyecek olan bu amaca ulaşamadıkça öfke biriktirmek yerine bu sorular üzerine düşünmeye çalışmak bir hava boşluğu yaratır hepimize.
Patriyarkal dünyanın beklentilerini sahiplenip bir de isyan edemeyişimizin yükünü üstüne kendimiz yığmayalım canım kız kardeşim. Amcaya oturma, arama beni dersen patriyarkayı yıkmış mı olacaksın? Veya oturmasına izin verince, söylediklerine itiraz etmeyince feminist mücadeleyi mi bitireceksin? Yooo. Patriyarka upuzun bir yol ise feminist mücadele de bir o kadar uzun ve kararlı bir hikaye. İllaki karşına çıkacak itirazını dile getireceğin, isyan edeceğin anlar. İtiraz ettikçe de güçlenecek ve daha çok daha da çok edeceksin. Elbet çok isyankar olduğun günler ve mecalin olmadığı başka günler olacak ve zaten mücadele de böyle böyle ilerleyecek, mükemmel değiliz ki hiçbirimiz. Hadi artık kafamızda şişirdiğimiz koca koca balonları patlatalım ve biraz salalım kendimizi, çünkü hayat patriyarka yüzünden uykusuz kalmak için çok çok kısa.
Sevgili İşportacıkadın,
Bu “amca” 150 kez bloklanmayı hak ediyor. Ben olsam aramamasını söyledikten sonra bir güzel bloklardım. (:
aynı sorundan ben de muzdaribim. insanlar benim hayır diyemeyeceğimi hemen anlıyor sanki. hatta istemeden vereceğimi de anlıyor, yanii istesem onlar da verirler belki ama ben isteyemem zaten ve her istediklerinde de benden alabilirler, bunu da biliyorlar gibi. bazı geceler ben de uyuyamıyorum aynı şekilde.
amcanın da olayı benzer olabilir. elinde verecek tek şey, arzuyla, heyecanla, yaşamla ilgili kısıtlı bohçasından sunacağı şey bu garip yalan olduğundan, bunu değerli bir şey zannediyor. ama değersizse de fark etmez, bir telefon edilebilir, hal hatırdan sonra yaşm enerjisinden çalınabilir biri miyim? bunun sınırı ne? hayır desem ne kaybederim diye de düşnüyorum, ama zaten hayır diyecek noktaya geldiğimde ya bu bir şiddet gibi görünüyor bana ve karşımdakine, ya da ben zaten bir anlamda şiddet görmüş oluyorum. en baştan hayır demekse çok daha zor, bir kaybım olacağından değil, cesaretim olamayacağından.