Kürdistan’dan Türkiye’nin batısına giden futbol takımlarının yıllardır maruz bırakıldığı ırkçılık, sistematik, milliyetçi-militarist-er(k)il bir faşizmin ürünü.
*Tetikleyici içerik
Deprem, depremin üzerinden geçen onca zamana rağmen en temel ihtiyaçların dahi karşılanamamış olması, 1999 Marmara depremi sonrası “Devlet nerede?” sorusuyla iktidara gelmiş AKP’nin şimdi aynı soruyu kendisine yönelten hayatta kalanları hapis cezalarıyla ve polis şiddetiyle tehdit etmesi, “yağmacılıkla” suçlananlara ve bilhassa Suriyeli göçmen ve mültecilere yönelik linç girişimleri, Rojava’ya yönelik saldırılar, Ukrayna’nın işgali ve savaşın ardından geçen bir yıl, Almanya ve Avrupa’nın dört bir yanında yükselen aşırı sağ ve göçmen karşıtlığı gibi bir gündemin orta yerinde biraz olsun umut veren, dayanışma ve direnişi yükselten, teması yalnızca 8 Mart ve feminist örgütlenme olan şifa niyetine bir yazı yazabilmeyi çok isterdim. Ancak bunun yerine devlet şiddetinin nasıl da cinsiyetlendirilmiş olduğunu ve bunun tezahürlerinin natrans kadın, LGBTİ+, non-binary bireylerin, çocukların, Kürtlerin ve daha nicemizin, yani “bizden olmayanların” hayatlarını nasıl da ipotek altına almaya çalıştığının küçük bir özetini okuyor olacaksınız. Çünkü maalesef doğup büyüdüğüm, sosyalleştiğim, politikleştiğim ve nihayetinde feminist mücadele içinde kendimi bulduğum şehir olan Bursa, Bursasporlu futbolcular ve pek muhterem Bursaspor taraftarları geçtiğimiz günlerde kolektif hafızamıza bir yeni nefret suçu, ayrımcılık ve şiddet deneyimi daha kattı. Bursasporlu oyuncu ve taraftarların saldırısına maruz kalan Amedspor ve taraftarlarını destekleyici pek çok şey yazılmış olsa da ben bu şiddet sarmalının katmanları ve kesişim noktaları üzerinde durmak istiyorum. Dolayısıyla bu yazı, feminist bir yazı. Kişisel olanın politikliğine yaslanarak hem içimdeki öfke ve utancı kusmaya çalıştığım bir iç dökme yazısı, hem de müttefik olmanın, dayanışmanın, feminist etik ve politik sorumlulukların zaruri bir neticesi. Daha önceki yazılarımdan farklı olarak bu yazı biraz dağınık gelebilir, çünkü yazmak istediklerim yalnızca maç vesilesiyle boğazıma takılan yumrulardan ibaret değil; aksine tam da bu faşist ve ırkçı saldırının yıllardır ilmek ilmek ördüğümüz örgütlü feminist dayanışma ve direnme pratikleri ile barış ve insan hakları mücadelesiyle nerelerde nasıl temas ettiğiyle de ilgili.
Geçtiğimiz pazar günü Bursaspor – Amedspor maçında yaşananlar yalnızca Kürt düşmanlığı ve Kürtfobisini gözler önüne sermedi; özellikle 1990’lar boyunca zorla kaçırılan ve kaybettirilen, işkencelere maruz bırakılan, zindanlara atılan, mezarsız bırakılan binlerce Kürdün ve yaşanan sayısız hak ihlalinin hesabı verilmemişken, aslında meselesinin bir geçmiş ve geçmişle yüzleşme meselesi olmadığını da gösterdi. Çünkü geçmişle yüzleşmeden bahsedebilmemiz için o geçmişin gerçekten “geçip gitmiş” olması gerekiyor. 1990’larda zorla kaybetmelerin sembolü haline gelen beyaz Toroslar, belki bugün fiziken aramızda olmasa da zihniyeti hâlâ bizlerle. Eski başbakanından holiganına kadar herkesin fütursuzca dönüp dolaşıp beyaz Toros göndermesi yapması[1] ve yapabilmelerini sağlayan söylem ve pratikler üzerine düşünmemiz gerekiyor. Dahası kaybedilenlerin çoğunluğunun erkek olduğunu akılda tutarak, bir devlet şiddeti pratiği olarak zorla kaybetmelerin fazlasıyla cinsiyetlendirilmiş bir şiddet biçimi olduğunu dolayısıyla Bursaspor taraftarlarının beyaz Toros ve Yeşil pankartı açmasının, Bursasporlu oyuncuların ve güvenlik görevlilerinin Amedspor oyuncularına saldırmasının da doğrudan cinsiyetlendirilmiş şiddet biçimleri olduğunun altını çizmemiz lazım. Bununla birlikte Kürdistan’dan Türkiye’nin batısına giden futbol takımlarının yıllardır maruz bırakıldığı ırkçılık, sistematik, milliyetçi-militarist-er(k)il bir faşizmin ürünü.
2009’da henüz “demokratik açılım” tartışmaları sürerken Diyarbakırspor oyuncuları sahaya çıktığında “Kahrolsun PKK” ve “Teröristler dışarı!” sloganlarıyla karşılanıyordu. 2009’daki “olaylı” Bursaspor – Diyarbakırspor maçında, Bursaspor taraftarlarının Diyarbakırspor taraftarlarına “teröristler” diye bağırarak sözlü ve fiziksel şiddet uygulayışı, maç çıkışında kulüp ve taraftar arabalarını taşlamaları, polisin gazla müdahalesine canlı tanıklık etmiş, stadyuma yürüme mesafesindeki evimizde içeriye dolan gaz sebebiyle saatlerce nefes alamamış olmamıza rağmen neredeyse bunların hiçbiri kendisine medyada yer bulamamıştı. Bursa yerel basını ise “olaylı maç”ı provokasyon olarak adlandırmış ve şiddeti meşrulaştırmıştı. Bursa yerel basını demişken 2009 yılında Bursa’da oynanan Bursaspor – Trabzonspor maçının ardından, yerel kanal sunucularından Seda Çapçı Bursa’da yaşayan Trabzonlulara “ekmek verdik, iş verdik, besledik” gibi ifadelerle “yediğiniz kaba pisliyorsunuz” minvalinden konuşmuş ve dahası “Erkekseniz Heykel’e gelin” sözleriyle hem şehirdeki Trabzonluları hem de Trabzonspor taraftarlarını tahrik etmeyi amaçlayan oldukça er(k)il ve ayrımcı bir demeç vermişti.[2]
Devletin barış masasını devirdiği ve şiddetinin dozunu arttırdığı 2015 ve 2016’da “çocuklar öldürülüyor”, “çocuklar öldürülmesin, maça gelebilsin” pankartlarının ideolojik ve ayrımcılık için suç teşkil ettiğine karar verilmişti. 2016’da Bursaspor maçındaki saldırıların ardından Deniz Naki’nin “Bizim için bugün çok önemli bir galibiyet oldu. Bize karşı yürütülen bu kirli oyundan alnımızın akı ile çıktık. Böylesi zor bir dönemde halkımıza ufak da olsa umut ışığı olabilmenin mutluluğunu ve gururunu yaşıyoruz. Amedspor olarak boynumuzu eğmedik ve eğmeyeceğiz de. Biz özgürlüğe olan inancımız ile çıktık sahaya ve kazandık. Çünkü biz özgürlüğe ve umuda fidanlarımızı ektik. Bizi yalnız bırakmayan bütün siyasetçilerimize, sanatçılarımıza, aydınlarımıza ve halkımıza teşekkürü borç biliyoruz ve bu galibiyeti topraklarımızda 50 günden fazladır süren zulümde hayatlarını kaybeden ve yaralılarımıza adıyoruz, armağan ediyoruz. Her biji Azadi.” açıklaması sebebiyle Futbol Federasyonu Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu (PFDK), Naki’ye ideolojik propaganda yaptığı ve sportmenliğe aykırı açıklamalarda bulunduğu iddiasıyla 12 resmi müsabakadan men cezası vermişti.
Amedspor’a yönelik bu faşizan ve ırkçı saldırı Kürtlere yönelik devlet şiddetini mübah görüp meşrulaştırırken, siyasiler de Bursasporlu futbolcu ve taraftarların son saldırısını meşrulaştırmakta gecikmedi. Devlet Bahçeli’nin “Bize göre Amed diye bir yer yoktur. Amedspor diye bir şey de yok hükmündedir. Bursaspor taraftarlarını selamlıyorum, milli duruşlarından dolayı tebrik ediyorum.” açıklaması devletin sömürgeci politika ve zihniyetini bir kez daha açık etmiş oldu.
Şehrin namusu, erkeklik onuru: Cinsiyetçi fobikler bu işaret altında birleşiyor
Orta karar sayılabilecek Kemalist-milliyetçi-muhafazakâr, yüksek dozda patriyarkal bir aile ortamında büyüdüm. “Politik olmayan” ancak yine de 90’larda “şehit asker” isimleri siyah fonda beyaz harflerle akarken ayağa kalkıp İstiklal Marşı okumam ya da babamın bir zamanlar fazlasıyla meşhur olan radyo programlarını arayıp “bayrağı bayrak yapan üzerindeki kandır…” temalı şiirleri avaz avaz bağırarak okumam için beni yüreklendirdiği bir aile ortamı… Tahmin edebilirsiniz ki babamın beni cesaretlendirmeye çalıştığı tek bağlam, maskülen militarizmle milliyetçiliğin ahenkle dans ettiği meselelere dair oldu. Benden yaşça büyük olan Bursaspor holiganı ağabeyimin günde beş posta dayağını yediğim, “aman ağlama, baban duyarsa hepimize çok kızar” diye sessizleştirildiğim, er(k)ler ve erkekler karşısında uysal başlı olmam gerektiği bir ev…
Söz konusu o ev, Bursaspor Stadı’na beş dakika yürüme mesafesinde olduğundan maç gecelerinde içinde oturulamaz, ders çalışılamaz (ki o yıllarda hayatımdaki en önemli şey, o evden ve Bursa’dan kurtulmamı sağlayacak olan ders çalışıp Bursa dışında bir şehirde üniversite okuyabilme planıydı) ve uyunamaz hâle gelirdi. Bir şekilde sürekli sinirlerini bozduğum ve dayağını “hak ettiğim” ağabeyimin, maç hazırlığı olarak zorla Bursaspor marşları okutmak ve birbirinden cinsiyetçi-homofobik sloganlar attırmak gibi özgün bir işkence yöntemi geliştirdiği yıllardı. Maç dışı zamanlarda ise evin bulunduğu cadde üzerinde çoğunluğunu trans kadınların oluşturduğu seks işçilerini taciz ve darp etmek gibi bir hobisi vardı. Ağabeyim ve kimi yakın arkadaşları ya da mahallenin diğer bıçkın delikanlıları için (hatırlayalım o yıllarda Cesur Yürek, Alişan, Kurtlar Vadisi, vs. oldukça popülerdi) mesele tam bir namus ve şeref meselesiydi. Üstelik mesele yalnızca holiganların büyük bir kısmını barındıran mahallemizin değil, tüm şehrin namus ve haysiyetini koruma meselesiydi. Çünkü BUR-SA-LI-YIZ (serçe parmaktan başlayarak hecelediğinizde, elinizde kalan işaret “top” işaretiydi 👌🏻) ve “dönmeler” alnımıza kara çalınmasına sebep oluyordu. Sürekli bir erkeklik ispatlama yarışında olmanın ve bu ispatın da ancak şiddet ve baskı aracılığıyla gerçekleştirilebileceği kanaatinin ne kadar yaygın olduğunu söylememe gerek yoktur sanırım.
2006 yılında Bursa’da LGBTİ+ mücadelesini sürdüren Gökkuşağı Derneği üyeleri, LGBTİ+ların görünürlüğünü arttırmak için şehirde bir yürüyüş düzenlemeye karar vermiş ve bu yürüyüşe de diğer illerdeki LGBTİ+ örgütlerini davet etmişlerdi.[3] Yürüyüşün gerçekleştirileceği tarihten önce Bursaspor taraftar gruplarının forumlarında başlayan homofobik ve transfobik kampanya, şehirde yandaş bulmuş, yerel ve ulusal gazetelere söyleşi veren Bursasporlu Esnaf ve Sanatkârlar Derneği Başkanı Fevzinur Dündar, şehre gelecekleri açıkça tehdit etmişti. Dündar’ın tehdidi LGBTİ+lar dışında tepkisizlikle karşılanmış ve yürüyüşe geleceklerin can güvenliği için herhangi bir girişimde bulunulmamıştı.

Yürüyüş günü Bursa’da toplanan LGBTİ+ dernek üyeleri, Bursaspor taraftarlarının pazar günleri yaptıkları yürüyüşün saatini değiştirmeleriyle birlikte dernek önünde küfür ve sloganlarla karşılanmışlar ve güruhun açık tehditlerine ve sözlü tacizlerine maruz kalmış olmalarına rağmen yürüyüş için dernek binasının dışına çıkmak isteyenler, polis tarafından “can güvenliklerinin sağlanamayacağı” gerekçesiyle engellenmişlerdi. Hepimizin tahmin edebileceği üzere polisler dernek üyelerinin güvenliğini sağlamak için bir şey yapmak yerine müdahale etmemeyi seçerek şehrin ve taraftarların erkekliğini zeval gelmemesi için ellerinden geleni yapmıştı. Yürüyüş önce ertelenmiş, sonrasında ise iptal edilmişti. Taraftar güruhunun içindekilerden biri de kardeşinin cinsiyet kimliği ve cinsel yöneliminden bihaber olan ağabeyimdi…
Yukarıda bahsettiğim örnek, otobüslerle deplasman deplasman Türkiye’nin dört bir yanına giden ama elleri asla boş gitmeyen (döner bıçakları, satırlar, kırık cam şişeler, vs.) Bursaspor taraftarlarının kabarık şiddet sicilinin küçük bir parçası yalnızca. Hem evde hem de deplasmanda adeta görev bilinciyle sarıldıkları Kürtfobisini fiziksel şiddet, linç girişimleri, nefret suçları, cinsiyetçilik ve LGBTİ+ düşmanlığıyla harmanlamada bir dünya markası olan Bursaspor taraftarları, 2013’te Fenerbahçe – Bursaspor maçının ardından İstanbul Kadıköy’de 8 Mart için toplanan ve çoğunluğu Kürt olan kadınlara saldırmıştı. Holiganların bir kısmı elleriyle bozkurt işareti yaparken diğerleri de BDP, ÖDP, ESP gibi partilerin de aralarında bulunduğu 30’a yakın sivil toplum kuruluşu tarafından oluşturulan 8 Mart Kadın Platformu üyelerinin Kürtçe ve Türkçe “Kadınlar savaş istemiyor”, “Erkek vuruyor, kadın koruyor” şeklinde attıkları sloganlara “Kahrolsun PKK” sloganıyla karşılık vermişti. İkisi ağır 10 kadını yaraladıkları bu saldırıda Bursaspor taraftarları hem memleketi hem de erkekliklerini kurtarmışlardı.
2014’te ise Bursaspor taraftarları saldırgan, ırkçı ve cinsiyetçi tavırları neticesinde ceza almıştı. Cezanın içeriği mi? Erkek taraftarların stada girmesi engellenerek yalnızca kadın ve çocuk taraftarların maçlara katılmasına izin verilmişti. Sırtını bir yandan “kadınlar çiçektir” safsatasına yaslayan diğer yandan da yalnızca kadın ve çocuklu bir maçı “bedel ödetme” ve “cezalandırma” olarak kodlayan anlayış ve eylemler bütününü yalnızca stat faşizmi olarak adlandırmanın yetersiz kaldığını düşünüyorum.[4]
Hrant Dink’in katledilmesi ardından beyaz bere takıp “Hepimiz Ogün Samast’ız” pankartı açan taraftardan, siyah futbolcuları gördüklerinde maymun taklidi yapanlara, “Mehmet olunmaz, Mehmet doğulur” ya da “Ne mutlu Türküm diyene” gibi sloganlar atanlar elbette yalnızca Bursaspor taraftarlarına özgü ve özgün olmamakla birlikte, Amedspor oyuncu ve taraftarlarının maruz bırakıldıkları şiddet, stat faşizminin ötesinde örgütlü, kararlı ve sistematik bir kötülüğe, cinsiyetçi bir sömürge rejimine işaret ediyor.
1Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun 2015’te seçim öncesi Van’da “AKP giderse beyaz Toroslar” gelir çıkışını hatırlayalım.
2 https://www.youtube.com/watch?v=hGGjtiPbkQA.
3 2006’da Bursa’da yaşananların detayları için Bawer Çakır’ın yazısına göz atabilirsiniz: https://kaosgl.org/gokkusagi-forumu-kose-yazisi/6-agustos-2006da-bursada-ne-olmustu.
4 Maçın ardından sosyal medyada paylaşılan fakat kullanarak dolaşımda kalmasını istemediğim, Bursaspor forması giydirilip eline zorla Bursaspor atkısı tutuşturulan çocuğun videosunu çoğunuzun gördüğünü tahmin ediyorum. Çocuğa ve sömürgeci şiddet bağlamında bilhassa Kürt çocuklarına ve gençlerine yönelik ayrımcılık ve şiddet bu yazıda ele alınamayacak kadar kapsamlı bir konu.