Bir ayı aşkın süredir #BoğaziçiDireniyor. Boğaziçi Üniversitesi’ne dışarıdan atanan
kayyum rektör ülkede geniş kesimlerce benimsenen protestolara sebep oldu. Gün
geçtikçe umut da kaygı da büyüyor. Biz de Çatlak Zemin olarak Boğaziçi
söyleşilerimizi sürdürüyoruz. Akademisyenler Irmak Ertör, Şemsa Özar ve Zeynep
Uysal’a düşüncelerini sorduk.

Cemre: Hocası olduğun Atatürk Enstitüsü (ATA) öğrencileri, başka bölüm öğrencilerinin yaptığı gibi, süreçle ilgili bir açıklama yaptı. Lisansüstü öğrencileri olan bir enstitü ATA. Buradan bakınca gidişatı nasıl değerlendiriyorsun? Böyle bir atama sizleri nasıl etkiler?

Irmak Ertör (Atatürk Enstitüsü): Atatürk Enstitüsü öğrencileri ilki 10 Ocak 2021, ikincisi ise 3 Şubat 2021’de yayınlanan iki açıklama yaptı. ATA gerçekten de çok çeşitli bölümlerden ve üniversitelerden gelen lisansüstü öğrencilerinin bulunduğu, farklı üniversitelerle oldukça yakın iletişimin sürdüğü, mezunları yurtiçinde ve yurtdışında akademisyen olarak çalışan, ders veren ve çok geniş alanlarda araştırmalar yapan, üreten, tartışan bir enstitü. Atatürk Enstitüsü öğrencileri farklı üniversitelerin kültürlerini de çok iyi tanıdıkları için akademik özerklik ve eşitlikçi, demokratik ve özgür üniversite taleplerini kurarken başından beri sadece Boğaziçi’yle sınırlı kalmayıp bütün Türkiye’de üniversite rektörlerinin üniversite bileşenlerince seçilmesi gereğinden bahsettiler. Kendi deyişleriyle üniversiteleri “özgürce düşünüp tartışıp bilgi üretebildikleri bir ortam” ve “öğrencilerin sadece eğitim almakla kalmadığı, karşılaşmalar yaşadığı, hayatın karmaşık, zorlu ve keyifli olduğunu gördüğü bir mekân” olarak anladıklarını ifade ettiler.

Enstitünün tüm bileşenleri için de bu bahsedilen özgür düşünme ve tartışma ortamı, farklılıklara saygı, hoşgörü ve akademik özerklik hayati önem taşıyor. Bunun garanti altına alınmadığı bir yerde tartışamazsınız, birbirinizden öğrenemezsiniz, sosyal bilim yapamazsınız, bilgi üretemezsiniz. Halbuki tüm ATA öğrencilerinin geçtiğimiz ay içinde çeşitli toplantılarda dile getirdiği bu karşılaşma ve dayanışma ile akademik olarak da sosyal olarak da birbirine destek olma ortamı, buradan çıkan önemli bilim insanlarının yetişmesi ve hem gelecekteki öğrencilerine hem de içinde bulundukları akademik çevrelere katkı sunmaları için vazgeçilmez.

Bu atamanın gerçekleşme biçimi de devamında getirdikleri de bu ortama zarar veriyor. Üniversitenin tüm bileşenlerinin her gün içinden geçtiği polis barikatları, kampüsteki polis mevcudiyeti, öğrencilerin gözaltına alınması ve polis şiddetine uğraması, kuralsız ve usulsüz tepeden inme uygulamalar; üniversitenin birbirini dinleyen, tartışan, hoşgörü ve birliktelik ortamından beslenen, demokratik karar alma pratiklerine alışkın insanları ve bu ilkeler çevresinde kurulmuş üniversite yapılarını yıkma tehdidi içeriyor. Karar alma süreçlerine üniversite bileşenlerinin katılımının gerçekleşmediği, bilimin piyasa mekanizmaları merceğinden değerlendirildiği bir ortam, başka bir deyişle “inovasyon ve girişimcilik ekosistemi” üzerine odaklanan bir üniversite, ATA öğrencilerinin de bahsettiği müşterek ve demokratik ortamı zedeliyor. Bu tehditler altında öğrencilerin her zaman yaptıkları gibi üretken olmaları, araştırmalarını özerk biçimde yürütebilmeleri ve hocalarından ve birbirlerinden öğrenebilecekleri ve katkı sunabilecekleri güven ortamı sarsılmış oluyor. Bu durum şimdiden enstitümüzün de bir parçası olduğu üniversitemize çok zarar verdi diye düşünüyorum.

Cemre: BÜLGBTİ+ Kulübü’nün kapısına kilit vurulması ile ilgili ne düşünüyorsun?

Irmak Ertör: Kesinlikle kabul edilemez buluyorum. Boğaziçi Üniversitesi’nin kulüpleri güçlü bir geleneğe dayanır ve öğrencilerin eşit şartlarda kendilerini ifade ettiği, birlikte ürettiği, birlikte organize oldukları ve üniversiteyle kendi çalışmalarını paylaştıkları yapılardır. Tüm öğrenciler için de çok geliştirici ve öğreticidir kulüp faaliyetlerinin parçası olmak. Ayrıca birbirleri arasında da koordine olan ve dayanışan gruplardır.

BÜLGBTİ+ Kulübü’nün kapısına kilit vurulması ve kulübün hedef gösterilmesi konusunda hem Öğrenci Faaliyetleri Koordinasyon Kurulu hem de Cinsel Tacizi Önleme Komisyonu önemli açıklamalar yaptı. Kulüplere dair herhangi bir şikayet olduğunda veya kuralsızlık tespit edilirse işletilmesi gereken mekanizmaları ve karar alıcı yapıları net bir şekilde açıkladılar. Birçok öğrenci kulübü de devamında açıklamalar yaparak BÜLGBTİ+ kulübünün yanında olduklarını ve bu kuralsız uygulamaların derhal son bulmasını istediklerini aktardılar. 29 Ocak’ta gerçekleştirilen ve kulübün kapatılmasına dair bahane gösterilen sergiyle BÜLGBTİ+ kulübünün hiçbir bağlantısı olmadığını da tekrar hatırlatmak gerekir. Tüm öğrencilerimizin özgürce ve güven ortamı içinde akademik, kültürel, sanatsal ve sosyal çalışmalarına ve etkinliklerine, istedikleri gibi bir araya gelip tartışmalarına ve üretmelerine devam edebilmeleri, antidemokratik ve gayrimeşru uygulamaların sona ermesi çağrısını ben de bir kez daha yineliyorum.

Cemre: Bir ayı aşkın zamandır süren protestoları yıllardır bir parçası olduğunuz Boğaziçi geleneği içinde değerlendirdiğinizde neler dersiniz?

Şemsa Özar (İktisat Bölümü): Protestoları gayet normal ve haklı buluyorum. Bu nedenle de, hem öğrencisi olduğum hem de 30 yıla yakın zamandır akademisyen olarak çalıştığım Boğaziçi’nde, iki yıl önce emekli olmama rağmen, protesto etkinliklerine katılıyorum. Bildiğiniz gibi bu protestolara geniş bir katılım var. Bu kurum mükemmel olmayabilir, ama hocaları, öğrencileri, yıllardır verdiği mezunlar ve çalışanları Türkiye koşullarında, zaman zaman düşe kalka da olsa, yılların birikimiyle var ettikleri yönetim ve işleyiş tarzından demek memnunlar ki, ellerinden alınmaması için direniyorlar. Getirilmek istenen yönetim tarzının üniversiteyi iyiye değil kötüye götüreceğinden eminler ki, “Kabul Etmiyoruz” ve “Vazgeçmiyoruz” diyerek seslerini duyurmaya çalışıyorlar.

Ana akım kanallar protestoları çarpıtarak verdiği için genelde alternatif medyadan ve sosyal medyadan izleniyor. Hocalar kendi meşreplerine, öğrenciler kendi meşreplerine göre son derece yaratıcı protestolar örgütlediler. Bazıları çok spontan gelişti. Mesela biz hocalar cübbelerimizi giyerek her öğlen rektörlük binasına sırtımızı dönüyoruz. Bunu bir kez yaptık, sonra tekrarlamaya başladık. Sonra cuma günleri yaptıklarımız hakkında kamuoyunu bilgilendirmemiz gerekir diye düşündük ve bir bülten okumaya başladık. Öğrencilerimiz, karşımızda durup bize destek veriyorlar.

Öğrenciler de, müzikle, sanatla, videolarla başladılar protestolarına. Yani, hocaların da öğrencilerin de protestolarında kendilerini ifade etme, yapılanın demokratik ve özerk üniversite anlayışına ters olduğunu anlatma ve yanlıştan geri dönmeye çağrı var. Ancak rektörün güvenlikçi tavrı, içeriye polis sokması, sivil polislerin sindirme amacıyla kampüs içinde pervasızca dolaşması herkesi tabii ki çok rahatsız etti. Öğrencilerin gerek rektör gerek devlet üst yönetimindeki şahıslar tarafından kötü emelleri olan varlıklar olarak nitelenmesi ve gözaltı ve tutuklamalarla diyalog değil, korkutma yönteminin seçilmesi çok vahim. Öğrenciler birlikteliklerini ve protestolarının barışçıl olduğunu vurguladıkça, karşı taraf “bir avuç terörist” söyleminde ısrar ediyor. Benzer şekilde, hocalar her geçen gün artan sayılarla sırtlarını rektörlüğe döndüğü halde, 20 kişi kadar oldukları iddia ediliyor. Dün de yandaş basında bir grup hoca hakkında inanılmaz bir karalama kampanyası başlatıldı. Bunu yapanlar, Boğaziçi kültürünü hiç anlamamış olanlardır. Boğaziçi hocası kendi iradesini 20 kişiye verecek kadar iradesiz olmadığı gibi, o 20 kişiyi sevse de sevmese de korumasını, kollamasını, haklarını savunmasını bilir.

Cemre: Kayyum rektör atamasının üniversitenin hem akademik hem sosyal yaşamına nasıl bir etkisi olacak sizce?

Şemsa Özar: Çok etkiler diye düşünüyorum. Öte yandan, böyle bir sistemin kalıcı olmadığına inancım da yüksek. Niye çok etkiler, birkaç örnekle açıklayayım. Ben bir feminist olarak, hoca olduğum ilk yıllarda feminist iktisat çalışmaya başlamıştım. Bu alanda ders vermek de istedim ve Toplumsal Cinsiyet ve Ekonomi başlıklı bir dersin içeriğini, okuma parçalarını oluşturdum ve bölümüme sundum. Boğaziçi’nde bölümlerde her hocanın bir oyu vardır. Profesör ya da doçent olmanıza bakılmaz. Bir de, bir hoca güçlü bir ders içeriğiyle geldiğinde o ekolü beğenmesiniz de, sizin görüşünüze ters de düşse hayır denilmez, o hocaya kendi istediği alanda ders vermesi ve araştırma yapabilmesi için fırsat verilir. Bölümüm dersi kabul etti. Bir bölümde kabul edilen ve programa koyulan ders de, büyük çoğunlukla üst kurullar tarafından sorgulanmaz. Bölümlerin değerlendirmesine kıymet verilir. Ben bu dersi uzun yıllar verdim. O derste, mesela, LGBTİ+’ların ekonomiyle ilişkili konularını da tartışırdık. Şu anda ise, bildiğiniz gibi atanmış rektör LGBTİ+ öğrenci kulübünü yalan bir nedenle karalayarak kapattı. Rektör olarak kalmaya devam ederse, derslerimizde bu konuda anlattıklarımıza da büyük olasılıkla müdahale olacak.

İkinci bir örnek, kurucuları arasında olduğum Cinsel Tacizi Önleme Komisyonu’dur. Bu komisyonu kurduğumuzda, komisyon üyelerinin kimler olması gerektiği üzerine çok kafa yormuştuk. Sonunda komisyon hocalar, öğrenci temsilcileri, idari personel temsilcisi, Rehberlik ve Danışmanlık Merkezi’nden psikolog ve psikiyatrist ile üniversitenin güvenlik amirinden oluştu. Karşılaştığımız vakalarda güvenlik personelinin özenli davranması önemliydi; onlara eğitimler verdik. Onların da bize çok katkısı oldu. Güvenlik personelinin özellikle LGBTİ+ öğrencilere davranışları ile ilgili önemli adımlar attık. Şimdi ise ne acıdır ki, öğrencilere odunla saldıran güvenlik görevlilerinin videoları düşüyor önümüze. Atanmış rektörün üniversite sosyal yaşamına katkısı olarak.

Cemre: Melih Bulu’nun atanmasıyla Öğrenci İşleri Dekanlığı görevinden istifa ettin. Bir aydır yönetimdeki istifalar sonucu oluşan boşluğu nasıl değerlendiriyorsun?

Zeynep Uysal (Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü): Melih Bulu’nun atanmasının hemen ardından ben ve rektör danışmanlığı yapan arkadaşlarımız görevden ayrıldık. Rektör yardımcıları zaten önceki rektörle birlikte görev sürelerini tamamladı. Öte yandan seçilerek göreve gelmiş fakülte dekanlarımız görevlerini sürdürüyorlar. Atanmadan bu yana dekanlar ve seçilmiş temsilcilerden oluşan Üniversite Yönetim Kurulu ile Senato bir araya gelerek üniversitenin işleyişi ve geleceği hakkında tüm hocalarımız ve öğrencilerimiz gibi düşünmeye ve fikir üretmeye devam ediyor. Ancak normal şartlarda rektörün birlikte çalışması beklenen rektör yardımcıları, danışmanları ve öğrenci dekanından oluşan rektörlük ekibi bir aydır oluşmadı. Bulu’nun görev teklif ettiği hiçbir hoca kendisiyle çalışmayı kabul etmedi. Elbette ortada bir yönetim boşluğu var. Habersiz yapılan rektör yardımcısı atamaları ve kulüp kapatma kararı bu boşluğun daha doğrusu Melih Bulu’nun üniversitenin işleyişine dair en ufak bir fikrinin olmayışının bir sonucu. Ama burada söz konusu olan sadece basit bir bilgisizlik, deneyim eksikliği değil. Örneğin kulüp kapatma kararına dair önce sosyal medyada paylaşılan resmi yazıdan anlaşıldığına göre kulüplerin işleyişine dair bilgiler kendisine verilmiş. Bu bilginin bir kısmı dayanak yapılmış; aday kulüpler iki yıl bekleme süresi sonunda kulüplük statüsü alabilirler gibi bir bilgiyle hareket etmiş ama sürecin devamında Öğrenci Faaliyetleri Koordinasyon Kurulu veya Üniversite Yönetim Kurulu’nun kulüp açma ve kapatmadaki rolünü görmezden gelmeyi tercih etmiş.

O zaman şunu düşünmeden edemiyoruz; Rektörlük ekibi olsa da demek ki Bulu, kendi tercihlerini ve sınırsız yetkilerini kullanmaya devam edecek. Boğaziçi Üniversitesi’nin her aşaması ince ince kurulmuş, alttan yukarı doğru işleyen yönetim sistemi anlaşılan artık bir şey ifade etmeyecek. Bu da aslında Bulu’nun atanmasıyla oluşan “yönetim boşluğu”nun herhangi bir rektörlük ekibi olduğu takdirde de devam edeceğini, dahası öyle ya da böyle boşluğun demokratik olmayan bir yöntemle doldurulacağını işaret ediyor.

Cemre: Öğrencilerin kaygıları ve gündemleri üzerine ne demek istersin?

Zeynep Uysal: Öğrencilerin kaygılarına sonuna kadar hak veriyorum. Hepimiz aynı kaygıları taşıyoruz. Üniversitemiz için, Türkiye için, kendi hayatlarımız için kaygılıyız. İçinde bulunduğumuz durumu ne Boğaziçi ne diğer üniversiteler ne de Türkiye hak ediyor. Yaklaşık otuz yıldır parçası olduğum bu kurumun ilk kez bu kadar uçurumun kıyısına getirildiğini görüyorum. Türkiye üniversitelerine model olması, örnek alınması gereken bir işleyişe sahip Boğaziçi Üniversitesi. Nitekim zamanında rektör seçim modeline de öncülük etmiş, rektör belirleme kanununun çıkmasına ön ayak olmuş. Bütün endişelerimize rağmen bugün yeniden rektör belirleme sürecine dair modeller üzerine çalışıyor hocalarımız. Öğrencilerimiz ise aslında hem kaygılarımızı dile getiriyor hem de her gün taze düşüncelerle hepimizin ayakta kalmasını sağlıyor. Onların öncelikli gündeminde de seçim var. Cevabı basit. Üniversiteler akademik olarak özerk yapılar olmak zorundadır. Demokratik biçimde yönetilmelidirler. Aksi takdirde bilimin ve bilginin özgürce üretilmesi, tartışılması, konuşulması ve aktarılması imkansız hale gelir. Öğrencilerimiz özgür üniversite ortamını yeniden inşa etmek için çabalıyor. Tüm üniversite bileşenleri bunu istiyor. Ve bunu sadece Boğaziçi için değil tüm Türkiye üniversiteleri için istiyorlar.

 

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.