Velhasıl, bu yürüyüş hem şehirde biz görece yeni gelenlerin birbirini bulmasının sevincini barındıran bir “sokağa dökülme” refleksi, hem de ikili üçlü konuşmaya başladığımız örgütlenme ihtiyacına dair atılan bir ilk adım oldu 

Fotoğraf: Ceren Saner

1 Temmuz’da Berlin’de İstanbul Onur Yürüyüşü’yle eş zamanlı bir yürüyüş gerçekleşti. Berlin’de Türkiye LGBTİ+ hareketinden çeşitli gruplarla dayanışma eylemleri ve etkinlikleri yıllardan beri yapılıyordu, İstanbul’dayken de haberlerini alırdık. Yeni olan, yürüyüşün eş zamanlı olması ve organize eden grubun toplamda daha önce yan yana gelmemiş LGBTİ+’lardan oluşmasıydı. Türkiye’den Berlin’e son birkaç yıl içinde taşınanlarla burada doğup büyüyen lubunyalar önce bir Facebook mesaj grubunda, iki hafta sonra da sokakta bir araya geldi. Yürüme fikri ise beş hafta boyunca göç, diaspora, aktivizm gibi mevzuları konuşmak için fırsat sunan ve sessiz bir anlaşmayla buluşma yeri bellediğimiz Kuir Fest Berlin’in bi’bak’taki film gösterimlerinden birinde ortaya çıktı. O gün “iki lezbiyen aktivist” komiteden ayrılmıştı, yetmişti kuirin cinsiyetçiliğe bahane olması! Acaba yürüyüş ne olacaktı? Peki ya biz ne yapacaktık o gün!? Bilgisayar başında ve yalnız geçmezdi o saatler. O zaman…

Velhasıl, bu yürüyüş hem şehirde biz görece yeni gelenlerin birbirini bulmasının sevincini barındıran bir “sokağa dökülme” refleksi, hem de ikili üçlü konuşmaya başladığımız örgütlenme ihtiyacına dair atılan bir ilk adım oldu…

“İnşallah Maşallah! Hopefully no martial law!”1[1] 😉

Ben de dahil bazılarımızın eş zamanlı yürümekle ilgili çekinceleri vardı. Oradan saldırı haberleri gelirse biz burada yürüyebilirken nasıl hissederiz, yürüyüşümüz oradan nasıl görünür, çok tezat iki tablo mu oluşacak gibi sorular, “giden olmak” kafasından ve yer yer “suçluluk” diye dile gelen histen çıkıp Berlin’deki deneyimimize odaklanınca bir nebze çözüldü, en azından benim için. Çünkü burada beyaz Alman olmayan LGBTİ+’lar olarak yaşamak, isyan edilecek yeterince mesele koyuyordu önümüze her gün. Öte yandan slogansız, ruhsuz beyaz eylemlerinden gına gelmişti. Şu sokaklar lubunyalık görsündü.

Fotoğraf: Ceren Saner

Tek sözümüz “İstanbul seninleyiz!” değildi. Hem “ulusun ibneleri” olarak yoğun Türkiyeli popülasyonun olduğu iki semtten geçecektik, hem de İsrail bayraklarını kafanıza yiyebileceğiniz!?, sponsorların ve Alman devletinin homo-dostu şov yaptığı ‘geçit töreni’ne gitmek istemeyen diğer kuir gruplarla yan yana gelme fırsatı bulup, alternatif yürüyüşümüzü yapmış olacaktık.[2]

Öyle de oldu. Katılım hem sayıca hem de enerji bakımından oldukça yüksekti, gürültülüydük. Yol boyunca Türkçe pop da Kürtçe halay şarkıları da sloganlarımız da eksik olmadı. Su şişesi ve muz atan da oldu zafer işareti ve tebessümle destek veren de. Neticede, 60 yıllık göç tarihi Türkiye’nin ve “Türk”lüğün bütün tansiyonunu buraya, Avrupa’da göçmen olmak, mülteci olmak, işçi olmak, yeni giden olmak gibi türlü deneyimle harmanlayarak daha da karmaşık bir zemine taşımış, taşımaya devam ediyor.

Bu yürüyüşün “dayanışma yürüyüşü” olması, sadece İstanbul’u ‘güçlendirmek’ gibi kibirli ve üstten tınlayabilecek bir yerden değil, bizim burada göçmen ve LGBTİ+ kesişiminde, güçlenmeye olan ihtiyacımız üzerinden okunmalı. Yürüyüşü eş zamanlı yapmak tekrar tartışılabilir. Ama en azından bu sene, şehrin dört yanında sosyal medyadan ayrı gayrı İstanbul’u takip etmek yerine yan yana slogan atmak hem duygusal olarak ihtiyaç duyduğumuz hem de politik olarak anlamlı bulduğumuz bir yöntem oldu. Sonra, bir sokak eylemini politik yapan neydi? Resmi makamlarca yasaklanmayan, polisin gazlayıp saldırmadığı, müzik eşliğinde yürünebilen her eylemin politik içeriği zayıflıyor mu? Ay zaten kim ‘hayır! sokağa çıkmayın evde oturun biz güçlenmiyoruz’ diyecekti. Ve bir kez daha kafama üşüşen sahibi belli olmayan sesler…

Fotoğraf: Ceren Saner

Madem yazıyorum biraz içimi de dökeyim. Berlin’e taşındığımdan beri, konu Türkiye’nin politik gündemine ama özellikle LGBTİ+ hareketine geldiğinde, kendimi Türkiye’dekilerin gözünden okurken yakalıyorum sık sık. Bunun beni bazen dilsiz ve hareketsiz kılmasından da korktum ilk aylarımda. Mecburiyetten burada değilim, istediğimde Türkiye’ye gidebiliyorum. Türkiye’deki politik hareketlerle ilgili söz hakkımı yitirdiğim mevzular var, diasporadan atıp tutan olmamak için dikkat etmeliyim, cesaretimi de korkaklığımı da iyi ayarlamalıyım, ne paçayı kurtardıktan sonra bol keseden angaje ne de sözde kuir “cennet” Berlin’de fazla gamsız gözükmeliyim derken derken etrafım bu sorularla meşgul başka insanlarla kalabalıklaştı. Konuştukça rahatladım.

Yürüyüş sonrası bir araya gelen grubun, gündelikte cömertçe kullandığımız bir sürü kelimeyi sorgulayarak başladığı örgütlenme girişimi de daha çok konuşup eyleyeceğimizin habercisi zaten. Aslında bizi neyin bir araya getirdiğini bilsek de, dildeki karşılığını içimize sinecek şekilde bulmadan önce sorular sorular… Göçmen kime denir? Kendimize Türkiyeli demeli miyiz? Türkçe konuşan lubunyalar dersek anadili Kürtçe ya da Almanca olanlarımız ne olacak? Berlin’de Cihangir’i kurduğu iddia edilen Yeni Dalga da nesi? Kanake[3] sözcüğünü kim sahiplenip ters yüz edebilir? Burada doğup büyüyenlerle sonradan gelenler lubunyalık üzerinden nasıl bir yan yanalık kurabilir?

Özellikle farklı göç grupları/dalgaları arası politik-kültürel yarılmaların, demokrasi derslerine, “Almancı” düşmanlığına veya ulusun teröristinin ve ibnesinin akın ettiği “Berlin’i karıştırtmayız” söylemine evrildiği bugünlerde, bakalım kıpırdanmaya başlayan lubun hareket politik sözünü nasıl kuracak? Eski dalga – yeni dalga – modern seküler muhalifler – Almanya’da demokrasinin ekmeğini yiyen diktatör sevici gurbetçiler – homofobik Türkiye’nin mağdur cinsel azınlıkları – zaten batılılaşmış kuirler gibi sonu gelmeyen küt kategoriler üstümüze üstümüze atılırken, bunlardan sıyrılıp Türkiyelilik ve Kuirlik gibi yüklü iki kimlikle bugünün Berlin’inde nasıl hesaplaşacağız? Bir yandan Türkiye ile coğrafi olarak uzun mesafeden, bir yandan da şehirde çoktan bir mirası olan ‘Türkiyeli lubunya’ kimliğiyle tarihsel olarak işbirliğinin yollarını ararken neler tartışıp neler yapacağız (üf amma soru sordum)… Neyse ben de heyecanla bekliyorum. Londra’dan da MAQFA[4]’nın haberi geldi zaten! Ulus-ötesi lubunyalıklar serpiliyor, dağılmaya devam ediyoruz. Let’s keep in touch o zaman!

[1] Swet Shop Boys -T5 şarkı sözü.

[2] Organizasyon grubundaki politik anlaşmazlıklar sebebiyle son iki senedir Berlin’de alternatif Onur Yürüyüşü düzenlenmiyor. Ana akım Christopher Street Day’de ise İsrail devletinin Filistinlilere karşı işlediği insanlık suçlarının üstünü LGBT hak savunuculuğuyla örtmesine itiraz eden Berlin Against Pinkwashing gibi grupların eylemleri gökkuşaklı İsrail bayraklarıyla yürüyen insanların saldırılarına hedef oluyor.

[3] Almancada Türkler, Araplar ve ‘karakafalı’ diğer göçmenler için kullanılan ırkçı sözcük.

[4] Mesopotamian and Anatolian Queers for Azadi, İngiltere’de yeni kurulan LGBTI+ grup

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.