Erkek şiddetini konu edinen 9 Kere Leyla filmi, aslında cinsiyet eşitsizliğine dayalı tüm olumsuzlukları normalleştiriyor. (Yazı spoiler içerir.)

Film, eşi Leyla’yı öldürüp evlilik terapisti Nergis’le olmak isteyen Adem ve onun başından geçenleri konu edinir. Filmin girişi her ne kadar Nergis karakteriyle başlasa da hikâyenin ana aksı Adem üzerinden şekillenmektedir. Leyla’yı farklı yollarla öldürmeye çalışan Adem, her seferinde çocukluk travması olan ölüm fobisiyle yüzleşir. Bu yüzleşmede de Adem’in içinde bastırdığı duygular ile birlikte bastırılmış erkeklik halleri ortaya çıkar. Baygın bir halde müzikal havasında geçen sahnede Adem kendi zihninde dolaşır. Adem’in Leyla’yı sürekli öldürmek istemesine karşın Leyla bir şekilde hayatta kalmayı başarır.

Film, “Aslında kimin hikayesi, kimin hayatını anlatıyor?” noktasında oldukça kafa karıştırıcı. Nergis’in anlatıcı konumunda girizgâhıyla başlayan hikâye, gelişme bölümünde Adem’le devam edip finalde Leyla’nın hikâyesi ile son buluyor. Filmin Leyla ve onun uzun monologları ile son buluyor olmasına karşın, biz seyirci olarak ne Nergis’in ne de Leyla’nın ne hissettiğini tam olarak bilmiyoruz. (Aynı şey Adem için geçerli değil, özellikle iç hesaplaşmaların olduğu müzikal sahnelerinde.) Kadın karakterler, özellikle de Leyla, filmin sonuna doğru daha sık görünüyor. Onun öncesinde Adem’in ekranda olma süresi her iki kadın karakterden bariz şekilde daha fazla. Filmin doruk noktasına ulaştığı ve tüm karakterlerin bir araya geldiği sahnede, hikâyenin antagonisti bir anda Leyla, nam-ı değer Lilith oluveriyor.

Film boyunca toplamda iki kadın görülmekte. Bu kadınlardan Nergis, genç, güzel, iş kadını, deneyimsiz ama arzulanır olarak sunulurken; Leyla orta yaşlı, deneyimli, anaç, arzulanmayan ve “ev kadını” olarak karşımıza çıkıyor. Leyla’nın filmdeki en büyük motivasyonu Adem’le dağılan evliliklerini kurtarmak. Böylece evlilik terapistinden yardım alma fikri de Adem’den değil Leyla’dan çıkıyor. Hikâyede birbirine taban tabana zıt sunulan bu iki kadın aynı zamanda birbirlerinin karşısındalar, ataerkil sistemin etkinliğini sürdürmek için kimi zaman bir kadını başka bir kadının karşısına koymasının bir örneğini burada görürüz. Adem ise iki kadın arasında seçen, eleyen ve tercih eden taraf olarak konumlanır. Adem “seçimini” estetik bir kaygıyla daha genç olandan yani Nergis’ten yana kullanmıştır. Nergis “evlilik terapisti” ve çalışan biri olmasına karşın klişeleşmiş “zengin koca avcısı”, sınıf atlamaya çalışan bir kadın olarak çizilir. Filmin girişinde Adem ve Nergis, arkeolog ve evlilik terapisti oluşlarıyla takdim edilirken Leyla “ev kadını” olarak tanıtılır. Leyla, hem eve bağlılığı, hem de Adem’in tuzaklarına rağmen hayatta kalma özellikleriyle 9 canlı olarak tabir edilen kedi ile özdeşleştirilir. Filmin adının da buradan geldiği varsayımıyla, kedilerin evcil olması ve “yuvasını kurtarmak isteyen kadın” temsili birbiriyle ilişkilendirilir. Leyla film boyunca da “Sıcacık yuvamızda ne mutluyuz, değil mi?” gibi sık sık yuva güzellemeleri yapar.

Leyla cinsiyete dayalı iş bölümüyle alakalı eleştirilerini dile getirmiş olsa da biz onu mutfakta yemek pişirirken, cam silerken ve ütü masasının başında görmeye devam ederiz. Öyle ki yüzünde tebessümle, bale yapar halde camları silen Leyla, bulunduğu durumdan memnundur; aynı zamanda koşullarını ve yaşamını arzulanır bulmaktadır. Yüzünden gülümsemeyi eksik etmeyen , evin bakımını üstlenen, hiçbir koşulda Adem’le karşı karşıya gelmeyen, tatlı dilli güler yüzlü Leyla, ön plana çıkarılmış kadınlık örüntüsüne uygun, ataerkil sistemin kendisinden beklediği şekilde davranır.

Leyla filmin sonunda Adem’e olan tutumunu, “Bu sefer herkesin istediği gibi olayım; evinin kadını, kocasının ihtiyaçlarını karşılayan” sözleriyle açıklar ve aslında ataerkil bir pazarlık içinde konumlanır. Aynı zamanda kadın platformlarıyla feminist eyleme katılan bir kadının bu profilde pasif çizilmesi, hak arayışı içinde bulunmaması, kendine suikast düzenleyen kişiye karşı savunmasızlığı ve evliliği ısrarla sürdürmeye çalışması tutarsız bir karakter yaratır. Film boyunca birçok kişi tarafından peşine düşülen el yazmalarının orjinali Leyla’nın kasasından çıkar. Leyla el yazmalarında çok da mühim şeylerin olmadığını, yemek tarifi ve doğumla ilgili bilgileri diğer kadınlarla paylaşmak için sakladığını söyler, böylece ev içi üretimine dair bilgileri diğer kadınlarla paylaşır ve diğer kadınlara karşı öğretici ve anneliği pekiştiren konumda yer alır.

Finalde Leyla’nın aslında Lilith olduğunu öğreniriz. Leyla ve Nergis karakteri bu final sahnesinde “yüzleşir” ve koyu bir sohbete koyulurlar. Didaktik bir edayla konuşan Leyla, ataerkil düzen ve toplumsal cinsiyete dayalı eleştirilerini yüzeysel, toplumdan ve politikadan kopuk bir şekilde sıralar. Leyla’ya göre kadına karşı şiddet salt aşka dair, sığ bir bakışla ele alınmıştır; şiddet sorununu politik ve toplumsal değil bireysel bir mesele olarak görmektedir. (Unutmadan, münferit şeyler ideolojinin gömülü olduğu yerlerdir.) Leyla, “Doğuştan bir hastalık erkek olmak” derken aslında cinsiyet eşitsizliğine dayalı tüm olumsuzlukları normalleştirir. (Leyla’nın “Aslan kesilen yürekleri, başımıza dayayacağımız omuzları var” sözüne gelince; sanırım burada senaristler erkekleri çokça ezdiklerini düşünüp erkek güzellemesi yapmak istemişler.)

Leyla (Lilith) final sahnesinde bir anne edasıyla konuşur. Kadınlara seslenirken uzlaşmayı; her ne olursa olsun erkekleri bağrımıza basmamız gerektiğini ve affediciliği öğreten konumundadır. Kadına karşı şiddet gibi bir “tema”yı işleyen filmin son diyalogları Nergis ve Lilith’in saç renkleri ve dip boyalarına dair konuşmalarıyla sona erer. Filmin sonunda sadece Leyla (Lilith) ve Nergis sağ kalırlar. Filmin hayatta kalan iki kadınla final yapması, “Lilith efsanesini”  anlatması ve sahnelerden birinde feminist bir eylemin bulunması bizlerin ağzına bir parmak bal çalmış ancak pek de yeterli olamamıştır.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.