Çağdaş dönemin önde gelen sosyalist feministlerinden Sheila Rowbotham, 27 Şubat 1943’te İngiltere’nin Leeds şehrinde doğdu. Yorkshire Filey yakınlarında, bir Metodist okulda başladığı eğitimine Oxford St. Hilda’s College ve University of London’da devam etti. Küçük yaşlardan itibaren tarihle derinden ilgilense de okul müfredatındaki tarih hiç ilgisini çekmiyordu. Öğretmeni Olga Wilkinson, tarihin “tarih ders kitaplarına değil günümüze ait olduğunu” söyleyerek onun toplumsal tarihe olan ilgisini cesaretlendirdi.

St. Hilda’da eğitimine başladığında kendisini “hiç solcu olmayan” ve “mistik hippi tipli” olarak tanımlayan Sheila Rowbotham, kısa süre sonra solcularla temas kurarak siyasi tarihe yoğun bir şekilde odaklandı.

Çalışma hayatına teknik okullarda, üniversitelerde, deneme okullarında ve işçi eğitim derneklerinde öğretmenlik yaparak başladı.

1960’ların başında, Nükleer Silahsızlanma Kampanyası’na ve İşçi Partisi’nin gençlik kolu olan Genç Sosyalistler dahil olmak üzere çeşitli sosyalist çevrelere katıldı ve Karl Marx’ın fikirleriyle tanıştı. Kısa süre sonra, parti siyaseti yönünden hayal kırıklığına uğradı ve daha sonra yayın kurulunda da yer aldığı radikal siyasi gazete Black Dwarf için yazılar yazmaya başladı.

1960’ların başında, Sally Alexander ve Anna Davin ile birlikte Tarih Atölyesi Hareketi’nin kurucuları arasında yer aldı ve Marksist tarih yazım geleneğini işçi hareketi geleneğiyle birleştirerek sıradan insanların deneyimlerine odaklanan bir tarih yazmaya çalıştı.

1960’ların sonlarına doğru ikinci dalga feminizm içerisinde yer alan Sheila Rowbotham, sosyalist teorinin kadınlara yönelik baskıyı kültürel ve ekonomik açıdan ele alması gerektiğini savunduğu “Kadınların Kurtuluşu ve Yeni Politika” adlı broşürünü yayınladı.

Marksist analizi feminizmle birleştirdiği teorisinde kapitalizmin yalnızca işçi sınıfını değil, aynı zamanda sistematik olarak kadınları da ezdiğini savundu. Ona göre, kadınlar hayatta kalmak için hem evde hem işte çalışıyordu, dolayısıyla da iki kez eziliyordu. Sosyalist feminizmin düalist perspektifinin yapısal eşitsizliği anlamaya yönelik en uygun araç olduğunu iddia ederek, ailenin tarihi, ev kadınlarının rolü, cinsellik ve annelik gibi konuları ihmal ettiği için Ortodoks Marksist tarihi de eleştirdi. “Bunların hepsi kadınların toplum içindeki politik önemini küçümseme eğiliminde” dediği Marksist tarihçilerin, geleneksel sınıf çatışmasına odaklanarak kadınlara yönelik baskıları gözden kaçırdıklarını, bunu çözmenin yolunun ise her iki cinsiyete eşit önem veren bir tarih teorisini savunmak olduğunu söyledi. Marksist tarihçileri; kadınların tarihine atfedilen önemi, sınıf mücadelesinin ana teması açısından “dikkat dağıtıcı” olarak görmeleri sebebi ile tarihin yanıltıcı bir versiyonunu sunduklarını dile getirerek eleştirdi.

Türkçeye Kadınlar Direniş ve Devrim olarak çevrilen 1972 yılında yazdığı Women Resistance and Revolution adlı kitabında eşitsizliğin kökenleri üzerinde durarak kadınların özgürleşmesi için, “devrim içinde devrim”in gerekli olduğunu savundu. Yaşanan toplumsal devrimler içerisinde kadınların “öteki devrimi”ni “Devrim içinde devrim, kendi gözlerinizle görmek, dış dünyaya kendi ellerinizle dokunmayı öğrenmek, deneyimleri kendi zihninize tercüme etmek, sesleri biçimlendirmek, kendi sözcüklerinizi üretmek ve size zorla kabul ettirilmekle kalmayıp yüzyıllardır başkası tarafından yönetildiğiniz için artık derinize ve içinize işlemiş maskeyi çıkarıp atmak anlamına gelir” sözleri ile anlattı. Çünkü devrimci erkekler, devrim mücadelesinde kadınları ortak olarak kabul etmeye istekli olsalar da, devrim sona erdiğinde kadınların geleneksel rollerine geri dönmelerini bekliyordu. Bu tezine örnek olarak Sovyet Devrimi’nin İlk Beş Yıllık 1928-33 Planı’nda, kadınların yalnızca tam zamanlı olarak çalışması değil aynı zaman da ev işi ve çocuk yetiştirmenin yüklerini de üstlenmesi beklentisini gösterdi.

Küba, Cezayir, Vietnam’daki radikal ve devrimci hareketlerdeki kadınların deneyimlerini incelediği Kadınlar Direniş ve Devrim kitabında; kadınların bağımsızlıklarını elde etmek için hem devrimci hareket içerisinde yer alıp hem de kadın olarak baskı altındaki konumlarıyla nasıl mücadele ettiklerini anlattı.

Kitabının sonuç kısmında ise “Bu kitap Feminizm ve Marksizm’in birbirini anlatıp etkilediği bir kitaptır. Gergin bir biçimde aynı uzamda bir ölçüde bir arada durmaktadırlar. Birbirlerinin karşısında homurdanarak oturup her biri ötekine anlaşılmaz ve yabancı gelen sözcükler kullanmaktadırlar. Her biri kendi özerkliği söz konusu olduğunda parlamaya hazır ve titizdir. Hiçbir biçimde geçinemezler ama gerçekte birbirlerine gereksinimleri vardır” diyerek Marksizm ile feminizmin mutsuz ilişkisinden bahsetti.

1973 yılına Türkçeye de Kadın Bilinci, Erkek Dünyası olarak çevrilen Women’s Consciousness, Men’s World adlı kitabında ise erkeklerin dünyasında kadın olarak feminist bir bilince nasıl ulaşılabileceğinin yollarını araştırdı ve kendi yaşam deneyimlerinden de yola çıkarak, kadınların ezilmesinin tarihsel, geleneksel ve toplumsal kaynaklarını bulmaya çalıştı. Kadınların ev içi emeğinin, erkek emeğinin üretimini ve yeniden üretimi sağladığı için meta üretiminin bir parçası olduğunu söyleyerek geleneksel Marksist tarihin önemli bir ilkesine meydan okudu. Britanya’daki var olan sosyal koşullara ilişkin analizini Marksist feminist bir perspektiften sunarak cinsiyetçiliğin kökenlerinin kapitalizmden önceye dayandığını, feodalizmde serflerin efendilerine hizmet etmek zorunda olduğu gibi evlilikte de eşlerinin kocalarına hizmet etmek zorunda olduğunu söyleyerek evlilik kurumunun feodalizme çok benzediğini dile getirdi.

1975 yılında yazdığı Hidden From History kitabı Türkçeye Kadının Gizlenmiş Tarihi ismi ile çevrildi. Bu kitabında, 17. yüzyıldan 1930’a kadar İngiliz kadın tarihini Marksist bir bakış açısıyla inceleyerek, sınıf ve seks, iş ve aile, kişisel yaşam ve sosyal baskıların kadınların eşitlik mücadelelerini nasıl şekillendirdiğini ve engellediğini anlattı. Üretim sürecindeki değişikliklerin orta sınıf ve işçi sınıfı kadınları üzerindeki farklı etkilerini araştırdığı kitabında ev içi emekle ücretli emeğin birbiri ile ilişkili olduğunu yazdı.

2010 yılında Dreamers of a New Day: Women Who Invented the Twentieth Century isimli kitabını yazdı; bu kitap da Türkçeye Yeni Bir Çağ Hayali: Yirminci Yüzyılı Yaratan Kadınlar adıyla çevrildi. Kitabında 1880’lerden Birinci Dünya Savaşı’na kadar gelen süreçte kadınların uyanış ve bilinçlenme arayışlarını tüm yönleriyle araştırarak, 1960’lardan itibaren yeni teorilerle daha güçlü bir biçimde sahneye çıkan feminist hareketin tohumlarının atılış öyküsüne değindi.

Ayrıca Türkçeye çevrilmiş, Hilary Wainwright ve Lynne Segal ile birlikte yazdığı Beyond The Fragments: Feminism and the Making of Socialism (Feminizm Sosyalizm ve Eylemde Birlik) adı ile bir kitabı daha bulunmakta.

Feminist teoriye pek çok konuda katkıda bulunan Sheila Rowbotham, kadınların ezilmesinin hem ekonomik hem de kültürel nedenlerinin olması sebebi ile hem kamusal hem de özel alanı inceleyen ikili bir perspektife ihtiyacımız olduğu teorisini yani sosyalist feminist teoriyi genişleten çok sayıda çalışma, makale ve kitap yazdı.

Bildirileri London School of Economics Kadın Kütüphanesi’nde tutulmakta olan Sheila Rowbotham halen Manchester Üniversitesi sosyoloji departmanında fahri araştırma görevlisi, Bristol Üniversitesi’nde konuk araştırmacı ve Royal Society of Arts’ta araştırma görevlisi olarak çalışmakta.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.