19 Nisan 1967 yılında Boston Maratonu’nda koşacak atletler arasındaki bir isim, maratonu dereceyle bitirenlerden çok daha fazla ses getirecek ve pek çok kadın için bu yolu açacaktı.

Yetkililer yarış başlayana kadar 261 numaraya kayıt olan K. V. Switzer’ın bir kadın olduğundan habersizdi. “K” harfinin muhtemelen Kevin, Kurt, Ken veya herhangi bir erkek isminin kısaltması olduğunu düşünmüşlerdi. Yarış başladığında 261 numaranın büyük bir sürprizi vardı.

Kathrine Switzer, koşu antrenmanlarına 19 yaşında New York Syracuse Üniversitesi’nde gazetecilik bölümü öğrencisiyken başlar. Kadın takımı olmayan üniversitede, tek başına gayrı resmi olarak erkekler takımının antrenmanlarına katılır. Antrenörü Arnie Briggs ile bu sırada tanışır. Arnie Briggs için bu bir ilktir. Koşu antrenmanlarına ilk defa bir kadının katıldığını görmüştür. Kathrine Switzer için ise durum elbette farklıdır. Spor çok uzun zamandır hayatının bir parçasıdır. Önceki okulunda gazetenin spor editörlüğünü yapmış, hokey takımında yer almış, basketbol oynamıştır. Parkurda ilk defa bir kadın görmenin heyecanıyla Arnie Briggs, Katherine Switzer’ı akşam antrenmanlarına ikna eder.

Amerika Birleşik Devletleri’nin en eski uzun mesafe yarışı olan Boston Maratonu’nun, pek çok koşucu gibi Arnie Briggs için de büyük bir önemi vardır. Katherine Switzer’la yaptıkları akşam antrenmanlarında durmaksızın bu maratondan bahseder, adeta kutsal bir ziyaret, bir hac yolculuğuymuşçasına söz eder. Kathrine Switzer defalarca dinlediği bu hikayelerden birinin sonunda şöyle der; “Bu kadar konuşmak yerine hadi gidelim ve Boston Maratonu’nda koşalım!”. O dönem Amatör Atletizm Birliği’nin kadınlar için “uygun” gördüğü ve kural koyduğu en uzun koşu mesafesi sadece 2.5 kilometredir. Kadınların uzun mesafe koşmak için fazla “kırılgan” ve “zayıf” olduğunu düşünen AAB ile hemfikir olan Arnie Briggs’in Kathrine Switzer’a yanıtı kısa olur; “Hiçbir kadın Boston Maratonu’nu koşamaz!”. Bunun üzerine Kathrine Switzer, bir önceki yıl kaçak bir şekilde koşucuların arasına karışan ve kayıtdışı bir şekilde yarışı bitiren Roberta Gibb’i* hatırlatır. Arnie Briggs hızlıca çürütülen bu argümanında daha fazla ısrarcı olamaz ve “Maratonu koşacak bir kadın varsa o da sensin. Ama çok çalışman ve bana bunu yapabileceğini kanıtlaman lazım.” der. Bu konuşmanın ardından sıkı bir antrenman temposuna girerler. Maraton için kayıtlar açıldığında Arnie Briggs mutlaka kayıt olmaları gerektiğini, kayıt dışı bir şekilde koşarlarsa AAB ile başlarının derde girebileceğini söyler. Kathrine Switzer başvuru yönetmeliğini inceler ve cinsiyetle ilgili kısıtlamaya dair hiçbir şeyin yazmadığını görünce başvurusunu yaparken ismini her zaman nasıl yazıyorsa o şekilde, isminin yalnızca baş harflerini kullanarak yazar ve gerekli belgeleri postalar. Her şey yolunda gitmektedir.

Başvurularını yaptıktan sonra onlardan cesaret almış olacaklar ki, ekibe okulun kros takımından John Leonard ve Kathrine Switzer’ın çekiç atmada derece sahibi sevgilisi Tom Miller da dahil olur. Ancak Tom Miller antrenmanlara katılmayı gerekli görmez. Pek çok gereğinden fazla özgüven sahibi erkekte görmeye alışkın olduğumuz türden bir iddiayla kendinden emindir. Nihayetinde bir kadın bu mesafeyi koşabiliyorsa onun gibi madalya sahibi bir sporcu için bu çocuk oyuncağıdır!

Beklenen gün gelmiştir. Kathrine Switzer, 19 Nisan 1967 sabahı sıkı bir kahvaltının ardından eşofman takımını üzerine geçirir, makyajını yapmayı ve altın küpelerini takmayı ihmal etmez ve takımıyla birlikte göğüs numaralarını almak üzere Hopkinton Lisesi’nin yolunu tutar. Başvurularını haftalar önce takım olarak posta yoluyla yaptıkları için numaralarını takım kaptanının alması yeterlidir. Arnie Briggs organizatörlerden aldığı zarfları sahiplerine uzatır. Kathrine Switzer, “K. Switzer 261” yazan kağıdı dikkatlice göğsüne iğneler. Başlama noktasına ilerlerken aralarında bir kadının olduğunu fark eden koşucuların tezahüratlarını duymak Kathrine Switzer’a güven verir. Arnie Briggs memnun, sevgilisi Tom Miller ise huysuzdur. İlginin kaynağına döner ve Kathrine Switzer’ın sürmüş olduğu ruju fark edip, üstüne vazife olmayan işlere karışmayı kendine görev bilen her erkek gibi rujuna laf etmeyi ihmal etmez; “Ne! Ruj mu sürdün? Ya senin bir kadın olduğunu anlarlarsa? Sil şunu!”.

Hava yağışlı ve soğuktur. Yedi yüzden fazla koşucunun katıldığı yarışın başlama noktasındaki kaotik hal Kathrine Switzer’ın işine yarar. Rujunu silmeden başlangıç noktasına gelmiş olan 261 numara, koşucuları sadece göğüs numaralarına bakarak onaylayıp hızlıca parkura almaya çalışan görevlilerin dikkatinden sıyrılır.

Start tabancası patlar, koşu başlar. İzleyicilerin tezahüratlarıyla Kathrine Switzer’ın cesareti artmakta, takım arkadaşlarıysa bu tezahüratlardan kendilerine biçtikleri payla havaya girmektedir. Parkurun yedinci kilometresini bitirmek üzerelerken belleklere kazınacak meşhur fotoğraf karesinin yaşanacağı ana koşar adım yaklaşmışlardır. Yolun ortasında dikilen pardösülü bir adam parmağını Kathrine Switzer’a doğru sallamaktadır. Ağzında gevelediği lafları anlayamayan Katherine Switzer önce adamın kafası bozuk seyircilerden biri olduğunu zanneder ancak yanından geçerken Boston Atletizm Derneği’ne ait yaka iğnesi taktığını fark eder. Birkaç dakika sonra da arkasında, asfalta vuran lastik ayakkabılarınkine benzemeyen, koşanlardan birine ait olmadığı belli olan ayak sesleriyle irkilir.

Alışık olmadığı bu ayak sesi onun için tehlike sinyalidir; “Peşime takılmış bir köpeğin koşarken çıkardığı ses gibiydi. Gayri ihtiyari kafamı çevirdiğimde dişlerini sıkarak bana bakan, hayatımda gördüğüm en saldırgan surata sahip, koskocaman bir adamla karşılaştım. Hızla beni omzumdan yakaladı, ‘Defol git yarışımdan! O numaraları bana geri ver!’ diye bağırarak önüme doğru geçti ve üstüme iğnelediğim numaraları sökmeye çalıştı.”.

Kathrine Switzer’a saldıran adam yarışın yöneticisi Jock Semple’dır. Geriye doğru bir manevrayla numarasını adamın elinden kurtarır, şaşkınlık ve korku dolu bir şekilde koşmaya devam etmeye çalışır. Ancak adam onu bırakmamıştır. Arkasında, tişörtünü çekiştirerek bağırıp çağırmaya devam ederken ilk karşı müdahale Arnie Briggs’ten gelir.

Adamın pençelerini Kathrine Switzer’ın sırtından sökmeye çalışır; “Onu rahat bırak Jock! Antrenmanlarını ben yaptırdım! Bırak onu!”. Jock Semple’ın ufak tefek bir adam olan Arnie Briggs’i bu işe karışmamasını söyleyerek savuşturması zor olmaz. Kathrine Switzer yaşadığı dehşet dolu bu anları şöyle ifade eder; “Kendimi adamın elinden kurtarmaya çalışırken, ‘Arnie bu manyağı tanıyor’ diye düşündüm. Midem ağzımdaydı. Hayatımda hiç bu kadar utandığımı ve korktuğumu hatırlamıyorum. O ana dek hiç tartaklanıp, kaba kuvvete maruz kalmamıştım. Fiziksel şiddet ve saldırının aniliği beni serseme çevirmişti. Oraya kök salmış gibi donup kaldığımı, hiçbir yere kıpırdayamadığımı hissediyordum. Gerçekten de öyleydi. Tişörtümü yakalamıştı, bırakmıyordu.”.

Sevgilisi Tom Miller ikinci müdahaleyi yaparak, Jock Semple’ı yolun kenarına itmeyi başarır. Katherine Switzer adamın elinden kurtulur ve maruz kaldığı terörün yükselttiği adrenalinin etkisiyle ve Arnie Briggs’in yangından kaçarmışçasına koş komutuyla hızla uzaklaşmaya başlar. Hayatında ilk defa maruz kaldığı bu şiddetin yarattığı düşünceler kafasında hızla uçuşmaktadır. “Güçlü bir kadın olarak” yaşadığı olay karşısında çaresiz kalışı, sevgilisinin müdahalesi, bu müdahaleye karşı memnuniyet yerine pişmanlık hissedişi ve maraton kurallarına karşı gelmiş olduğu için tutuklanma endişesi! O kadar küçük düşmüş hisseder ki, çok kısa bir an için bile olsa yarışı bırakmayı düşünür. Zihnine üşüşen bu düşünceleri hızla kovalar. Bu maratona katılırken “kimseye bir şey kanıtlama niyetinde” olmayan Kathrine Switzer için her şey tersine dönmüştür. Pes ederse bütün gazetelerin bu olayı istedikleri gibi manipüle edeceklerini, bütün her şeyin bir medya gösterisi olduğunu yazacaklarını ve hiçbir zaman bir kadının maraton koşabileceğine inanmayacaklarını ve hiçbir zaman da kadınlara bu iznin verilmeyeceğini düşünür. Ve devam eder. Korkusu ve utancı öfkeye dönüşmüştür.

Arnie Briggs’e döner ve ne olursa olsun yarışı bitireceğini söyler. Arnie Briggs; “Öyleyse ilk iş temponu düşür. Ne zaman bitireceğini kafana takma, zamanlamayı boşver. Sadece varış noktasını hedefle” der. Sevgilisi Tom Miller ise birkaç dakika önceki kahramanlığından pişman ve her pişmanlığı için suçlayacak bir kadın bulmayı hayat pratiği haline getirmiş pek çok erkek gibi olanlar için Kathrine Switzer’ı suçlar; “Başımı derde soktun! Bir görevliye saldırdım ve bu yüzden Atletizm Birliği’nde atılabilirim.”. Bu sözler karşısında Kathrine Switzer biraz üzülür ama haklı olarak daha çok sinirlenir; “Görevliye vuran sensin Tom. Ben değilim.”. Beklemediği bu cevap karşısında Tom Miller, “Olimpiyat takımına alınmazsam bu senin yüzünden olacak. Zaten çok yavaş koşuyorsun” der ve hızla uzaklaşır.

Saatler geçer, kilometreler tükenmek bilmez. Kathrine Switzer için parkur bitmek bilmeyen bir yola dönüşür ama o temposuna sadık, Arnie Briggs’in dediği gibi yavaş yavaş koşmaya devam eder. Yolu yarıladıkları noktada, Ezop fabllarının canlı örneği Tom Miller biraz ilerde koşmayı bırakmış yürümektedir. Kathrine Switzer yanına yaklaştığında ona seslenir ve yürüyerek eşlik etmesini ister. Yavaş da olsa tutturduğu tempoyu bırakmak istemeyen Kathrine Switzer yoluna devam eder. Su toplayan ayaklarının acısına, uğradığı saldırının dehşetine ve dırdırcı sevgilisine rağmen 42 kilometrelik koşuyu bitirmeye ant içmiştir.

Yarışa başladıktan 4 saat, 20 dakika sonra BİTİŞ yazan çizgi görüş alanına girer. Sonuncu olarak da olsa gerçekten başarmıştır. Bitiş çizgisinde onları bekleyen gazetecilerin soru yağmuru başlar; “Bu yarışa katılmanın sebebi neydi?”, “Çünkü koşmayı seviyorum.”, “Tamam ama bunun için neden Boston Maratonu’na kayıt oldun ki?”, “Çünkü kadınlar da burada koşmayı hak ediyor.”, “Tekrar koşacak mısın?”, “Evet.”, “Takımınızı diskalifiye edecekler.”, “O zaman başka bir takım kurarız.”, “Süfrajet misin?”, “Oy hakkımızı kazanalı epey oldu.”.

Ertesi günlerde cinsiyetçilikte geri kalmayan gazeteler Kathrine Switzer için Koşu Sevdalısı Hanım Maratonu Bastı diye başlık atarken “kız gibi bir coşkuyla” sorularını yanıtlamış olduğunu yazarlar. Aynı haberde Boston Atletizm Derneği’nin yarış direktörü Will Clooney’nin akıllara zarar şu yorumuna da yer verilmiştir; “Kadınlar maratonda yer alamaz çünkü kurallar bunu yasaklıyor. Kurallarımız olmasaydı toplum kaos içinde olurdu. Kuralları ben koymuyorum ama onların işlemesi için elimden geleni yapıyorum. Eğer o kız benim kızım olsaydı onu pataklardım.”

Bu olaydan sonra Amatör Atletizm Birliği kadınları erkeklerin katıldığı bütün yarışlardan, ve dolayısıyla maratona katılmaktan da, men eder ve bu kuralı çiğneyenlerin herhangi bir yarışa katılma haklarını kaybedeceklerini ilan eder. Kathrine Switzer’ın da dahil olduğu bir grup koşucu kadının bu kuralın kalkması için verdikleri çaba 1972 yılında kazanımla sonuçlanır. Kadınlar 1972 yılında ilk defa resmi olarak Boston Maratonu’na katılmaya hak kazanırlar.

*Roberta ‘Bobbi’ Gibb, kayıt dışı olarak 1966 yılında Boston Maratonu’nda koşan ilk kadın olmuştur. Yarışın başlama noktasında çalıların arkasında saklanmış, işaret tabancası ateşlendikten yarım saat sonra, koşucuların yarısı ilerleyip geçmişken parkura atlamış ve yarışı 3 saat 21 dakika sonunda tamamlamıştır.

 

https://kathrineswitzer.com/1967-boston-marathon-the-real-story/

https://en.wikipedia.org/wiki/Kathrine_Switzer

1 Yorum

  1. Yaşım 27, hayatım boyunca sokakta erkek olduğum için her şeyi çok iyi yapabileceğim konusunda telkin edildim. Uzunca bir süre hiç bir konuda kendimi geliştirmeden sadece erkek olduğumu bilerek, bunun öz güveniyle yaşadım. Annem benimle sürekli konuştu, toplum tarafından bana pompalanmış gereksiz öz güvenin yerini bambaşka bir dünya görüşünün almasını sağladı. Annem beni değiştirdi, eğitti. Annem beni insan yaptı. Düşünüyorum da gerçekten hiç bir konuda iyi değildim. Çoğu zaman yapamadığım her şeyi koşarak anneme götürürdüm, annem kısa bir süre durumu inceledikten sonra hemen bir çözüm bulurdu. Her konuda yeteneklidir. Babam ressam’dır. Hayatımda babamın resim yapmaktan başka yaptığı iyi bir şey olduğunu hatırlamıyorum. Annem daha zeki, daha pratik ve karmaşık durumları hemen çözebilen bir yapıya sahip. Babamın ve benim annemin kısacık zamanda çözdüğü karmaşık durumları çözmemiz günlerce sürebilir. Fiziksel olarak benden ve babamdan çok daha dayanıklıdır. Babam halı sahada dizini çarptığı zaman 2 hafta sızlanmıştı. Annem eğer herhangi bir konuda sızlanıyorsa muhtemelen cidden çok kötü durumdadır. Babamı seviyorum ama annem benim kahramanımdır. Beni içgüdüsel olarak yaşayan bomboş, öz güven abidesi bir erkekten dünyayı anlayan bir insana çevirdiğin için teşekkür ederim anne. Annem sayesinde hayatımdaki tüm kadınlara annem kadar saygı duyuyorum. Her şey için teşekkür ederim. Seni seviyorum. Dünyadaki eril düzene baş kaldıran , kendi yaşamından ödün vermek zorunda kalıp dünyadaki tüm kadınların haklarını sonuna kadar savunan herkese selam olsun. Sevgilerimle.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.