İstanbul Sözleşmesi (Avrupa Konseyi Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Sözleşme) kadına yönelik şiddeti önlemek konusunda en kapsamlı ve bağlayıcılığı olan ilk uluslararası belgedir.

Sözleşme kadına yönelik her türlü şiddeti önlemek, şiddet mağdurlarını korumak ve failleri kovuşturmak için devletler tarafından alınması gereken önlemleri belirler.

Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açılmış, ilk kez Türkiye tarafından imzalanıp onaylanmıştır. 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Temmuz 2020 itibariyle 45 ülke ve Avrupa Birliği tarafından imzalanmıştır.

Sözleşmenin öncülü uluslararası belge ve mekanizmalar

Avrupa’da kadına yönelik şiddet yasal düzeyde uzun yıllar boyunca bir “özel alan” meselesi ve aile güvenliği meselesi olarak ele alındı. Hatta çoğunlukla Avrupa’nın değil “Batılı olmayan” ülkelerin sorunu olarak görüldü; şiddetle mücadele yöntemi de “insani yardım” temelli yaklaşım oldu. Bu nedenledir ki İstanbul Sözleşmesi’nden çok daha önce Amerika ve Afrika ülkeleri arasında sırasıyla 1995 Belém do Pará Sözleşmesi ve Afrika İnsan ve Halkların Hakları Şartı’nın 2003 tarihli Afrika’da Kadın Hakları Hakkında Protokolü gibi kadına yönelik şiddet ile ilgili bölgesel dokümanlar var olsa da İstanbul Sözleşmesi’nin yazılması bu kadar geç olmuştur. Ancak 70’lerden beri Avrupalı feministlerin kadına yönelik şiddet kavramı etrafında yürüttükleri kavramsal çalışmalar ve eylemler, ve küresel kadın/feminist hareketleri tarafından yürütülen ve uluslararası hukuk mekanizmalarını dönüştüren süreçlerle beraber bu düşüncede bir dönüşüm yaşanabildi. Böylece şiddet özel alana sıkıştırılmaktan çıktı ve kamusal bir sorun olarak da ele alınmaya başlandı. “Yardım” yaklaşımı da yerini hak temelli yaklaşıma bıraktı. Buna göre şiddetsiz bir yaşam temel insan haklarından biri olarak görülmeye başlandı ve kadına yönelik şiddet de insan hakları ihlali olarak tanımlandı.

İstanbul Sözleşmesi’nin öncülü uluslararası belge ve mekanizmalardan en önemlisi Birleşmiş Milletler Kadına Yönelik Ayrımcılığın Önlenmesine Yönelik Sözleşme yani CEDAW’dır. Ancak CEDAW metninde (1979) kadına yönelik şiddet konusuna değinilmemişti. Sonraki dönemde, dünyanın her tarafından kadınların baskıları ve çabalarıyla çıkarılan tavsiye kararları (12, 19 ve 35 numaralı tavsiye kararları bunlar arasında en önemlileridir) ile kadına yönelik şiddet ve ayrımcılık arasındaki bağ CEDAW’da da görünür kılındı. Başka bir önemli öncül gelişme ise 1993 yılında Viyana’da gerçekleşen Dünya İnsan Hakları Konferansı’nda kadın haklarının insan hakları olduğunun kabul edilmesi ve sonrasında BM Genel Kurulu tarafından yine 1993 yılında “Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması için Deklarasyon”un yayınlanması oldu. Devamında 1994 yılında kadına yönelik şiddetin türleri ve dinamikleri ile ilgili araştırma yapmak ve ihtiyaçlara göre yeni yasal belgeler oluşturmak amacıyla BM Kadına Yönelik Şiddet Özel Raportörlüğü kuruldu. Ve bir yıl sonra 1995’te Beijing’deki BM 4. Dünya Kadın Konferansında acil harekete geçilmesi gereken 12 kritik alandan biri de kadına yönelik şiddet oldu.

Avrupa özelinde AİHM yargılamaları ile kadına yönelik şiddet alanında oluşan içtihat da İstanbul Sözleşmesi gibi yasal olarak bağlayıcı bir izleme ve değerlendirme mekanizmasının kurulmasını sağladı. X ve Y/Hollanda kararı (1985), Bevacqua ve S./Bulgaristan kararı (2008), Opuz kararı (2009), M.C./Bulgaristan kararı (2003) gibi kararlarla kadına yönelik şiddet ve kadına karşı ayrımcılık ilişkisi vurgulanmış, devletin kadınları şiddete karşı koruma yükümlülüğünün altı çizilmiştir. Feride Acar ve Raluca Maria Popa’nın birlikte yazdıkları İstanbul Sözleşmesi’nin yazım sürecini ele alan “Feminist Hukuk Projesinden Çığır Açan Bölgesel Anlaşmaya” isimli makaleden öğrendiğimize göre, bu kararlar İstanbul Sözleşmesi’nin yazımı esnasında yürütülen müzakerelerde cinsiyet ayrımı gözetmeden cezai yaklaşım yürüten yasa yapıcılara karşı feminist yasa yapıcı kadınların elini kolaylaştırdı.

Avrupa Konseyi özelinde baktığımızda ise Sözleşme’nin yazılmasına kadar olan dönemde öne çıkan bir gelişme 2002 yılında alınan 5 Numaralı tavsiye kararı ile oldu. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin üye ülkelere verdiği bu “Kadınların Şiddete Karşı Korunması” tavsiye kararı ile üye ülkelerin bu alanda yaptıkları çalışmaların izlenmesi ve yapılabileceklerin belirlenmesi öncelik haline gelmiş oldu. Buradan alınan güçle Konsey tarafından bir kampanya başlatıldı. İçinde Feride Acar’ın da bulunduğu yedi bağımsız uzmandan oluşan özel görevli bir komite oluşturularak bu kampanya kapsamında Avrupa ülkelerinde kadına yönelik şiddete dair bir araştırma ve durum tespiti yapıldı. Bu 2006-2008 yılları arasında yürütülen Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Kampanyası, Avrupa’da ev içi şiddet de dahil olmak üzere kadına yönelik şiddetin ne kadar yaygın olduğunu (kadınların yüzde 45’inin erkekler tarafından uygulanan şiddete maruz kaldıklarını söylediğini) ortaya çıkardı. Üye ülkelerde kadına yönelik şiddete karşı verilen tepkilere dair kapsamlı bir durum tespiti ortaya koydu. İki yıl süren bu çalışmanın sonunda bir rapor da hazırlandı. O rapordan edinilen bilgilerle hem Avrupa ülkelerine hem de uluslararası toplumlara yönelik olarak çeşitli tavsiyeler bulunuldu. Ama en önemlisi Avrupa’da hukuken bağlayıcı bir sözleşme fikri ortaya çıktı. Bakanlar Komitesi de bu öneriyi benimsedi ve bir sözleşmenin hazırlanması amacıyla CAHVIO (Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Mücadelesi hakkında Geçici Komite) adında bir geçici özel komite oluşturuldu. Konsey, bu komiteye üye devletlerden hukukçu ve kadın çalışmaları alanında uzman iki temsilci gönderilmesini istedi. Türkiye’yi temsilen yine Feride Acar bu komitede yer aldı. Detayları Acar ve Popa’nın yazdığı makalede anlatılan tartışmalı bir müzakere sürecinin ardından İstanbul Sözleşmesi kaleme alınmış oldu.

Sözleşmede öne çıkan noktalar

Sözleşme kadına yönelik şiddet ve cinsiyetler arası eşitsizlik arasındaki sıkı ilişkiyi bir tarihselliğe oturtarak çok açık biçimde ortaya koyar. Sözleşme’nin giriş kısmında açık biçimde kadınlar ve erkekler arasındaki “tarihten gelen eşit olmayan güç ilişkilerinin” kadınlarla erkeklerin eşit olarak görülmemesinde ve kadınlara yönelik ayrımcılık konusunda etken olduğu ve kadına yönelik şiddetin bu tarihsel eşitsizliğin tezahürü olduğu söylenir. İstanbul Sözleşmesi’nin öncülü olan uluslararası belgelerin hiçbirinde bu nokta bu açıklıkta vurgulanmamıştır. Hatta CEDAW Komitesi İstanbul Sözleşmesi’nin yazılmasından sonra çıkardığı (19 numaralı Tavsiye Kararını güncellediği) 35 Numaralı Kadınlara Yönelik Toplumsal Cinsiyete Dayalı Şiddete İlişkin Genel Tavsiye Kararı’nda Sözleşme’den ilhamla cinsiyete dayalı eşitsizlik ve şiddet ilişkisini vurgular.

İkinci olarak, birçok yerde de tekrarlandığı üzere Sözleşme’de ortaya konan 4P ilkesi şiddeti durdurmak için kapsamlı bir yol haritası sunar. Böylece Sözleşme bütüncül bir yaklaşım öngörür ve koordineli çalışabilmek için atılması gereken somut adımları da belirlemiş olur. Bunu yaparken çok açık biçimde devleti muhatap alır ve devletin yükümlülüklerini sıralar. 4P ilkesinden birincisi olan Önleme (Prevention) bölümünde İstanbul Sözleşmesi net biçimde şiddeti önlemeye yönelik olarak cinsiyetçi zihniyeti ortadan kaldırmak, eşitlikçi bir anlayışı topluma hâkim kılmak ve kadınları güçlendirmek için yapılması gerekenleri sıralar. İkinci kısım olan Koruma (Protection) bölümü şiddete maruz kalan kadınların ihtiyaçları olan ve kurulması gereken tüm genel ve uzmanlaşmış destek mekanizmalarını belirler. Üçüncü kısım olan Kovuşturma (Prosecution) bölümü kadınların şikayetine bağlı olmadan etkili soruşturma yürütülmesi, delil toplanması ve ceza verilmesi için gerekli olan etmenleri ortaya koyar. Sonuncu olarak Bütüncül Politikalar (Integrated Policies) ilkesi ile kapsamlı ve koordineli politikalar geliştirilmesini ve kurumlar arası koordinasyonun sağlanarak kadınların ikincil mağduriyetlerinin önüne geçilmesini öngörür.

Sözleşme ayrıca kişiler arasında hiçbir bağ aramadan her türlü şiddeti kapsayarak kadınları korur. Kadınları tek bir kategoride görmeden, kız çocuklarını ve vatandaş olan ve olmayan kadınları da kapsayarak, kadınlar arası farklılıkları ve bu farklılıklardan doğan farklı ihtiyaçları gözeterek bir çerçeve çizer.

Bu dediklerimizi biraz somutlaştırmak gerekirse kadına yönelik şiddet alanında yıllardır çalışan ve kadınlara birebir destek veren örgütlerin çalışmalarına ve sözlerine baktığımızda bütün bu vurgulanan noktaların kadınların deneyiminden ortaya çıktığını, alanda çalışan kadınlar tarafından uygulamada deneyimlendiğini görebiliriz. Bu örgütler bize uzun yıllardır şiddetin toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle ne kadar ayrılmaz şekilde bağlı olduğunu, kurumlar arası (hem ulusal düzeyde hem de uluslararası düzeyde) koordinasyonun şiddetle mücadelede ne kadar önemli olduğunu ve kadınlar için kurulacak olan koruma ve destek mekanizmalarının kadınların farklı ihtiyaçlarını gözeterek oluşturulması gerektiğini söylüyorlar.

Sözleşme’nin başka bir önemi de oluşturduğu izleme mekanizmasının işleyişi hakkında. CEDAW izleme süreçlerinden aşina olduğumuz prosedüre göre Uzman Komite devletin gönderdiği ülke raporlarıyla birlikte bağımsız kadın/feminist örgütlerin hazırladığı gölge raporları da incelemeye alarak izleme sürecini yürütür. İzleme toplantıları New York, Cenevre gibi şehirlerde, kısa süreli olarak organize edilir. Bu toplantılara devlet heyetleri güçlü katılımlar gerçekleştirebilirken bağımsız örgütlerden kadınlar ancak kendi imkanları dahilinde, ekonomik bariyerler, dil bariyeri vb. gibi engeller nedeniyle kısıtlı olarak katılım gösterebilirler. İzleme sürecinin resmi ve elitist yapısı, mekânı, atmosferi ve süre kısıtlılığı nedeniyle katılabilen kadınlar CEDAW Komitesi üyesi “uzman” kadınlarla önceden teslim ettikleri gölge rapora ek olarak yalnızca kısa süreli olarak ilişki kurabilir ve çok kısıtlı olarak bilgi aktarımında bulunabilirler. Yine resmi bir formatta hazırlanan gölge raporlarında eksik olanları ve raporlardan taşan bilgi ve deneyimi aktarabilecekleri ve Komite üyeleriyle fikir alışverişinde bulunabilecekleri geniş bir zaman/mekân bulmak mümkün olmaz. Bu yetersizliklerden yola çıkarak İstanbul Sözleşmesi yazılırken CEDAW Komitesi’nde de görev yapmış olan Feride Acar’ın da içinde bulunduğu uzman grup Sözleşme’nin izlenmesi için daha “katılımcı” bir yöntem oluşturdular. Buna göre GREVIO denilen uzman heyet örneğin Türkiye’nin izleme sürecinde olduğu gibi ülkelere giderek aktivistleri ziyaret eder. Hem devlet yetkilileriyle hem de kadınlarla görüşmeler yapar, bilgi alışverişinde bulunur. Böylece çok daha fazla sayıda ve farklı gruplardan kadınlarla görüşme şansı elde eder. Ayrıca devletin raporlarında bahsettiği uygulamalara dair ziyaretler yaparak sahadaki çalışmaları birinci elden izleme ve raporların doğruluğuna dair inceleme yapma şansı bulur.

Uluslararası sözleşmeleri devletlerin ya da uluslararası kurumların gördüğü şekliyle sadece “uzmanlar” tarafından oluşturulan ve devletlere yukarıdan aşağıya doğru empoze edilen şeyler olarak görmenin çok eksik bir yaklaşım olduğunu alanda çalışan kadınlar/feministler olarak çok iyi biliyoruz. Diğer uluslararası sözleşmeler gibi İstanbul Sözleşmesi de kadına yönelik şiddetle mücadele eden kadınların deneyimlerinden, karşılaştıkları zorluklardan beslenerek, bu alanda çalışan kadınların katılımları, geribildirimleri, AİHM’de açtıkları stratejik davalar, yazdıkları gölge raporlar, diğer uluslararası mekanizmalarda yürüttükleri çalışmalara dayanan bilgi ve deneyim aktarımları ile yazıldı. Bu anlamda İstanbul Sözleşmesi’ne has olarak tasarlanmış bu izleme yöntemi sonunda biraz olsun sahada olan kadınların ve feministlerin bilgi ve deneyimine verilmesi gereken değeri veren (tabii ki geliştirilmeye açık) bir yöntemdir ve birçok neden yanında bu nedenle de İstanbul Sözleşmesi çok önemlidir.

Sözleşmenin yazarı biziz ve haklarımızdan vazgeçmiyoruz

Sona gelirken, diğer uluslararası belgeler gibi İstanbul Sözleşmesi de Türkiyeli kadınların deneyimleriyle, kadınlar tarafından yazılmış, devamında her aşamada şu anda da olduğu üzere yine kadınların çabalarıyla uygulanabilmiş ve uygulandığı ölçüde olumlu sonuçlar elde edilmiştir. Bizim yazdığımız ve sonra ülkemizde uygulanması için de yine bizim uğraş verdiğimiz bir belgedir. İstanbul Sözleşmesi’ni (ve diğer uluslararası belgeleri) değerlendirirken bu belgelerin oluşturulmasında ve geliştirilmesinde kadınların ve feministlerin temel kurucu rolünü ve iradesini gören bu sözü bugünlerde hepimiz farklı mecralarda sık sık tekrarladık; burada da bunu bir kez daha söyleyelim. Bu sözü yalnızca ana akım “yerli-milli” olduğunu iddia eden itirazlara karşı söylemiyoruz. İstanbul Sözleşmesi ve diğer tüm uluslararası belge ve mekanizmaların incelenmesinde konuyu yalnızca devlet ve uluslararası kurum arasındaki ilişkiye sıkıştıran, yukarıdan aşağıya tek yönlü bir etki öngören, dolayısıyla kadınların bu süreçlerdeki etkisini ve emeğini görünmezleştiren bir kısmı birbirine tamamen zıt politik konumlardan erkeklerin farklı ölçeklerde dile getirdiği tüm erkek egemen yaklaşımlara itiraz ediyoruz. Cinsiyet eşitliği ve şiddetsiz bir yaşam talebi dünyanın her yerinden kadınların yıllardır verdikleri mücadele ile tanımlanmış, kazanılmış ve evrenselleşmiş bir haktır. Kendi çabamız ve emeğimizle kazandığımız haklarımızdan vazgeçmiyoruz.

Kaynaklar:

İstanbul Sözleşmesi: https://rm.coe.int/1680462545

CEDAW 35 numaralı Genel Tavsiye Kararı: http://kadinininsanhaklari.org/wp-content/uploads/2018/08/CEDAW-General-Recommendation-35-çeviri-Nazan-Moroğlu.pdf

Feride Acar ve Raluca Maria Popa’nın makalesi: From Feminist Legal Project to Groundbreaking Regional Treaty : The Making of the Council of Europe Convention on Preventing and Combating Violence against Women and Domestic Violence, European Journal of Human Rights, 2016/3

http://www.siginaksizbirdunya.org/tr/haberler/130-erkek-siddeti-yeni-degil-tedbirsizlik-normal-degil

https://morcati.org.tr/yayinlarimiz/brosurler/187-erkeklerin-siddetine-karsi-dur-yasami-degistir/

1 Yorum

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.